banner913
banner932
banner1012

Erçin'le Kitap Dünyası

banner1020

Okumak haz duymaya zihnimizi süslemeye ve yetkimizi arttırmaya yarar. Haz duyurmak hususundaki faydası insan bir köşeye çekilip tek başına kaldığı zaman kendini gösterir. Zihnimizi süslemesinin konuşurken yetkimizi arttırmasının da bir iş hakkında hüküm verirken o işi başarırken faydası dokunur. Francis Bacon

banner974
Erçin'le Kitap Dünyası

banner971
 
HAFTANIN EN ÇOK OKUNAN KIBRIS KİTAPLARI:
Başlangıç (Kısa Öyküler) – Tayfun Çağra
Acı Molehiya – Fulya Adalıer Canbolat
Onlar Daha Çocuktu (2 Cilt) – Aydan Afşaroğlu
Güçük Prens – Kıbrıs Türkçesi – Antoine de Saint-Exupery
Ada Karanlığı – Turgül Tomgüsehan
 
BAŞLANGIÇ (KISA ÖYKÜLER) – TAYFUN ÇAĞRA
 
Kitap güncel konulardan ve birkaç da deneme türünde 65 öyküden oluşuyor. Öyküler büyük oranda kurgusal olmakla birlikte kesinlikle kendi hayatınızdan da bir şeyler bulacağınıza inanıyorum. Yazar Tayfun Çağra yaşanmışlıklardan, duyduklarından ve gözlediklerinden yararlanmış öyküleri yazarken.
 
Öyküleri okunduktan sonra “o aşıklar kimdi, kaybolan çocuklar sizin mahallede miydi, o olay kimin başından geçti” gibi sorularla karşılaşmış. Bu da her öykünün bize az – çok tanıdık geleceğini gösteriyor.


 
HAFTANIN EN ÇOK OKUNAN DÜNYA KİTAPLARI:              

Her Gün Yeni Bir Hayat – Louise L. Hay

Balıkçı ve Oğlu – Zülfü Livaneli 
Kayıp Tanrılar Ülkesi – Ahmet Ümit
Hazan - Ayşe Kulin – Everest Yayınları
Bugün Kalan Hayatımın İlk Günü – Maud Ankaoua   
 
 
HER GÜN YENİ BİR HAYAT – LOUİSE L. HAY
 
Hayatınızda, sahip olduğunuz gücün tamamını kullanmanızı engelleyen şeyler mi var?
Ya da Bugüne kadar her şeyin üstesinden tek başınıza gelmekten yorgun mu düştünüz?
O halde “her gün” kendinize kısacık da olsa bir “zaman” ayırabilir ve bu kitaptaki her ışıklı sözle “yeni bir hayata” doğru sağlam adımlar atabilirsiniz…
Evet, bu kadarını kendiniz için yapabilirsiniz.
Siz izin vermedikçe kimse sizi üzemez, endişelendiremez ve duygularınızı rencide edemez.


 
HAFTANIN KİTABI
SİNAN AKYÜZ – MEYRA
Eğer bu kitap elinizdeyse kendinizi sonsuz bir hüzne hazırlayın. Bu hüzün sizi içine o kadar çabucak çekecek ki ne olduğunu anlamadan 600 küsur sayfalık kitabın son sayfasına varmış olacaksınız.
Meyra: Bir Bosna Hikâyesi, Avrupa’nın orta yerinde, bütün dünyanın gözlerinin önünde gerçekleşen 20. yüzyılın en büyük trajedisine, Bosnalı Müslümanların soykırımına odaklanıyor. 
Okurken yaşadığım duygular okuyunca anlayacağınız cinsten. Evet bazı tecavüz kısımlarını canınızı yakacak kadar yalın ve açıklayıcı kabul ediyorum ama gene de insan olduğumuzu hatırlamak ve dünyanın gözleri önünde yaşanan bu vahşeti bir kez daha öğrenmek için okunması ve bilinmesi gereken tarihi bir roman.
 


HAFTANIN YAZARI
 
OĞUZ ATAY (1934 – 1977)
Oğuz Atay, 12 Ekim 1934’te Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde doğdu. Babası Cemil Bey üç dönem CHP vekili ve savcıydı. Annesi Muazzez Hanım ilkokul öğretmeniydi ve oğlunun kültürel altyapısıyla o ilgilendi. Zira babası bu konularda ketumdu.
Babama Mektup’ta anlattığı gibi babası filmleri ve romanları uydurma buluyordu. Bu yüzden Atay gençliğinde babasıyla epey çatıştı. O, naif, duygusal yönleriyle annesinin oğlu olduğunu şöyle anlatıyordu: “Çünkü ben babacığım, biraz da duygularımın ‘romantik’ bölümünü, sen kızacaksın ama annemden tevarüs ettim.”
Beş yaşında ailesiyle Ankara’ya gelen Atay, ilköğretimden sonra Ankara Maarif Koleji’ne girdi. Dersleri iyiydi. Çocukluğundan itibaren en iyi dostu kitaplardı.
1951’de liseyi 9.61 not ortalamasıyla bitirdiğinde Shakespeare’in Hırçın Kız isimli oyununda oynamış, Turgut Zaim ve Eşref Üren’den resim dersleri almıştı. Ama nafileydi. Babası güzel sanatların karın doyurmayacağını söyleyince Üren “Babana söyle, sana köşe başında, işlek bir yerde bir bakkal dükkânı açsın o zaman. İyi para kazanırsın” demişti.
Mühendislik okurken Marksizm ile tanıştı
Babasının onaylayacağı gerçek bir meslek edinsin diye İTÜ İnşaat Fakültesi’ne girdi. O yılların en büyük artısı arkadaşı Turhan Tükel sayesinde tanıştığı Marksizm’di. Bu vesileyle Marks’ın, Hegel’in, Lenin’in kitaplarını devirdi. İstanbul’un solcu çevreleriyle tanıştı.
Edebiyatçılar arasında bir garip asker
1957’de üniversiteden sonra Ankara’da askerliğini yaparken Cevat Çapan ve Vü’sat O. Bener ile tanıştı. Bu ikiliyle dostluğu Atay’ın yolunu edebiyatla kesiştirdi ve Sosyalist/Marksist eğilimli Pazar Postası’na dahil olmasını sağladı.
Dergide imzasız yazıları ve çevirileri yayımlanırken Turgut Uyar, İlhan Berk, Cemal Süreya, Ceyhun Atıf Kansu, Ülkü Tamer, Ece Ayhan ve Atilla İlhan gibi isimlerle arkadaş oldu.
1959’da askerliğini bitirip İstanbul’a döndüğünde şimdiki Yıldız Teknik Üniversitesi’nin İnşaat Bölümü’nde öğretim üyeliğine başladı. Bir yandan akademide ders verdi, diğer yandan yine gönlündeki yazı-çizi işlerine daldı. Adresi belliydi; Sosyalist/Marksist Pazar Postası artık İstanbul’daydı. Dergi kapanana kadar pek çok yazısı yayımlandı.
“Bitirince konuşuruz”
“Siz Fikriye Fatma Gürbüz’ü ömrünüz boyunca sevip…” Tarih 2 Haziran 1961, Oğuz Atay’ın cevabı “Evet”ti. Altı yıl süren bu evliliğin mirası kızları Özge’ydi.
O, 15 yaşındayken babası tedavi için İngiltere’ye gitti. Hasta yatağında üşenmeyip kızının mektuplarındaki noktalama işaretlerini düzeltti. Son olarak Turgenyev’in Babalar ve Oğulları’nı okumasını salık verip “Bitirince konuşuruz” diyecekti. O konuşma hiç yapılamadı. Özge hep babasının ne düşündüğünü merak etti.
Zor bir dönemin ardından Tutunamayanlar’a başladı
1960’larda yazı hâlâ hobiydi onun için. Arkadaşı Uğur Ünel ile kurdukları şirket batmış, evliliği de bozulmuştu. İş ortağı Ünel’in eski eşi Sevin Seydi o dönemde hayatına girdi.
Duygusal ve entelektüel açıdan karşılıklı beslendiler. Zamanı gelmişti. Atay, Sevin’e ithaf edeceği ilk romanına 1968’de başladı. Sevin de Tutunamayanlar’a ve bu jeste kayıtsız kalmayacak, ilk baskının kapağını tasarlayacaktı.
Atay’dan Bener’e, Bener’den Atay’a
Atay taslağını iki sene sonra dostu, ustası Vüs’at O. Bener’e okuttu. Yazıları herkesten önce üstadın değerlendirmesi Atay için önemliydi. Üstelik romanda Süleyman Kargı karakteriyle bir de göz kırpıyordu Atay Bener’e.
Bener de bu sürprizi hiç unutmadı. Atay’ın vefatından yedi sene sonra Buzul Çağı’nın Virüsü’nde “Nedir bu kültür çorbası? Duyuyor musun Oğuz Atay! Çınar elli, kızdı mı kezzap gibi bakan, oysa iri çağla gözlü, kapılardan sığmaz güzel adamım! O zamanlar pek ayırdında değildin sanırım ‘tutunamadığının” diyerek seslendi.
Atay, Tutunamayanlar’ı 1970’de bitirdi. Aynı sene TRT Roman Ödülü’nü kazandı. Ama ötesi vardı. Bu roman bildik kalıpların dışında, çağının epey ötesindeydi.
“Herkesi tutunamayanlığa çağırıyormuşum”
“Selim öldü. Selimlik de ölmüştür. Başarının insanı sevimsizleştirdiğini yazmıştım bir yerde; fakat tutunamayanlığın sevimliliğine de kimsenin yanaşmadığını görüyorum. Neden yanaşsınlar? Bir arkadaşımın dediğine göre, ben romanda herkesi bir bakıma tutunamayanlığa çağırıyormuşum. Henüz bir karşılık alamadım.”
Atay kendisiyle söyleşi yapan Pakize Kutlu’ya (Barışta) bu yanıtı veriyordu. Yeni Ortam dergisi için yapılan bu görüşmeden iki sene sonra 1974’te evleneceklerdi.
 
Hocasının biyografisi: Bir Bilim Adamının Romanı
Atay, üniversiteden hocası Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayatını Bir Bilim Adamının Romanı’nda anlattı. 1975’te yayımladığı bu biyografiyi matematikçi Cahit Arf’ın ısrarları üzerine kaleme aldı. Atay’ın bu biyografisi de 2012’de “Te Sahne” tarafından oyunlaştırıldı.
Alıştığımız üslubundan farklı ilerleyen eser yine de ondan işaretler taşıyordu. Yoksa İnan’ın, çok kızdığı insanlardan bahsederken eşi Jale Hanım’a kurduğu en kötü cümlenin “Yahu Jale düşünebiliyor musun, adam samimi değil” olduğunu nasıl bilebilirdik?
İnsanı ufalayan modern dünya: Korkuyu Beklerken
Yine toplumdan kendini soyutlayan kahramanlar, yine insanı sıkıştırıp un ufak eden modern dünya. Atay, sekiz öykülük Korkuyu Beklerken adlı eserini 1975’te yayımladı.
Atay’ın mahremi: Günlük
Atay’ın ölümünden sonra, 1987’de yayımlanan Günlük, yazarın inci gibi yazısıyla mahreminde gezdirdi okuru.
Biraz daha Oğuz Atay: Eylembilim
Usta yazarın bu tamamlanmamış romanı 12 Mart öncesinde, bir üniversitede çalışan bir profesör ekseninde kurgulanmıştı. Ölümünün ardından Günlük’ün sonunda bulunduğu kısa haliyle yayımlandı.
Ama 1988’de kapı çaldı. Kızı Özge’ye gelen isimsiz pakette Eylembilim’in 74 sayfası daha vardı. Bu sayede biraz daha Oğuz Atay okuyabilecektik.
İki beyin tümörü, bir ameliyat
Atay, 1976’nın sonunda önce grip olduğunu düşündü. İlaçlar baş ağrısını geçirmedi, hatta bir süre sonra çift görmeye başladı ve kısa sürede beyninde iki tümör olduğu anlaşıldı. Şikâyetlerinin müsebbibi tümörlerin alınması için 22 Aralık’ta Londra’da Royal Marsden Hospital’daydı. İki tümörden yalnız biri alınabildi.
“Sevinmeyin, daha ölmedim”
Bir sene sonra 13 Aralık 1977’de arkadaşı Altay Gündüz’lerin evindeydiler. Sonrası Gündüz’ün anılarından: Oğuz Atay bir ara banyoya gider. Bir süre çıkmaz. Bir sessizlik olur. Seslenirler “Nasılsın Oğuz?” diye. “Sevinmeyin, daha ölmedim” karşılığını verir banyodan. Sonra yine sessizlik olur. Bir şeyler ters gidiyordur. Gündüz kapıyı kırar. Oğuz Atay ölmüştür.

banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.