banner913
banner932
banner1012

134’uncu Ölüm Yıl Dönümünde Namık Kemal ve Kıbrıs

banner1020

banner974
134’uncu Ölüm Yıl Dönümünde Namık Kemal ve Kıbrıs

banner971

2 Aralık 1888 yılında Sakız Adasında vefat eden Namık Kemal’in Kıbrıs’taki yaşamı hep bir sürgün olarak daima dillendirilmiştir bunun nedeni ise sürgün fermanı ile Kıbrıs’a kalebent olarak gelmesi ve Mağusa’da bir gece yattığı zindan gösterilerek : “İşte burda kaldı” denmesidir.  Gerçekte hakkında yazılanlara bakılırsa ve özellikle eski Mağusalıların anlattıkları bizler Namık Kemal’in burada çok rahat bir yaşam sürdüğü gösterir. Yazarın mektuplarından yola çıkanlar ilk başlardaki onun o olumsuz sözlerini hep düşüncelerine yerleştirmişler ama mektuplarının diğerlerini okuduğunuzda özellikle kızı Feride Hanım’a yazdığı 1873 yılı tarihli mektupta şöyle der: “Mektubunu aldım. Ben burada o kadar rahattayım ki tarif edemem. Her akşam denize giriyorum; Mağusa’ da bir koca liman var; beyaz kum içinde..insan, Unkapanı’ndan Galata’ ya kadar bir gidiyor, yine deniz, boğazına çıkmıyor. . Hele bilsen, o beyaz kum, suyun içinde ne güzel görünüyor. . Tıpkı tıpkısına, sizin İstanbul hanımefendilerinin yaşmak altında parlayan çehreleri gibi. . Senden başka bir şey düşündüğüm yok; herkes rahat olduğumu biliyor; yalnız sen anlamıyorsun. Ne kadar inkâr etsen inanmam..
Her gece rüyama giriyorsun; “Beybaba, ne vakit geleceksin; niçin gazete yazdın, niçin tiyatro yazdın? Bir daha elime geçersen kalemlerini kırarım; yazdığın kâğıtların hepsini yırtarım!” diye, ağzına gelen gevezeliği ediyorsun.. Seni geveze seni! Ben burada birbirinden güzel üç oyun yazdım; kağıtlarının ucunu bile yırttırmam..”
Yazar Mağusa’da çok rahattır çünkü geldiği günün ertesinde dönemin yöneticileri ona büyük bir ilgi göstermişler, rahat etmesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Bugün müze haline dönüştürülen zindanın üst kısmındaki oda bitene kadar kitabın arka sayfalarında göreceğiniz evde onu konuk etmişlerdir. İlerleyen aylarda Namık Kemal’in Lefkoşa’ya, Larnaka’ya gittiği yanı sadece adı kalebentlik olan bu sürgünde yazar Kıbrıs’ı gezmiş önemli kişilerle görüşmüştür. Özellikle onun Mağusa’da olduğunu duyan edebiyat meraklısı gençler onu sık sık ziyaret ettiği bilinmektedir. Hatta gençlerle o kadar sık buluşup yeni düşünceler , edebiyat hakkında söyleşiler yapan Namık Kemal’i birçok kişi yanlış anlamış bile çünkü o dönemin insanlar böylesi hararetli sohbetlere çok açık değillerdi. Yazar özellikle başta rahmetli Şeh Nazım’ın dedesi Kaytazzade Nazım’ı çok etkilemiştir, bilineceği gibi Kıbrıslı Türklerin ilk romanını bu zât yazmıştı. Nazım Efendinin özel arşivinde Namık Kemal’le yazıştığı çok önemli mektupları bulunmuştur. 



Yazar İstanbul’daki gibi belki siyasetin ve gazeteciliğin için aktif olarak yer alamamış ama Kıbrıs’ta bulunduğu 38 ay zarfında hemen hemen tüm eserlerini burada yazmıştır. Bu da yazarın Kıbrıs’taki dingin yaşamı ve kafa yapısında olduğunu bizlere gösterir. Yoksa sürgünde rahat olmayan bir kişi nasıl bu kadar eseri üretebilir.  
Bu bağlamda dönemin Kıbrıslı Türk aydınları ve sonradan Jön Türkler olarak adada bilinen bir çok kişiyi özgürlük düşünceleriyle etkilemiştir. 
Özellikle İngilizler’in Adayı devralmasından sonra o dönemin aydınları Kemal’i "Zâlim olsa ne rütbe bî-perva, yine bünyâd-ı zulmü biz yıkarız; Merkez-i hâke atsalar bizi, küre-i arzı patlatır çıkarız!"(Zâlim ne kadar pervasız olsa, yine zulmün esasını biz yıkarız; Toprağın dibine atsalar bizi, küre-i arzı patlatır çıkarız!) şiiri kendilerine slogan olarak benimsemiş toplumu bilinçlendirmenin en önemli ayağının gazete ve tiyatro olduğunu anlamışlardır. Tiyatro alanında başka “Vatan Yahut Silistre” oyunu olmak üzere onun eserleri sürekli oynanmıştır. Kıbrıslılar Namık Kemal’i o kadar çok benimsemişler ve sevmişler ki Mağusa Türk Gücü, kurulur kurulmaz Mağusa’ya onun büstünü dikmek için büyük uğraşlar vermişler, İngilizlerden çok zor koşullar altından izinler alınmış ve büyük kampanyalar sonucunda 15 Mart 1953 yılında büyük bir tören ve coşkuyla bu büst bugünkü yerine konmuştur. Burada bir konuya dikkat çekmek isteriz! geçmişte spor kulüpleri kültür ve sanata ne kadar çok önem verdiği bu olayla görülebilir. Bu kulüpler gençleri bir araya getirip bilinçlendirmek, onlara ulusal duyguları aşılamak, kültürel faaliyetlerde bulundurmak için çaba gösterirken şimdi kulüplerin tek amacı futbol.  Oysa gençlere okutmak, onlara burs vermek, geliştirmek ne yazık ki unutulmuştur. İşte ilerleyen sayfalarda bu bilinçle oynanan  bu oyunlar hakkında bilgiler ve fotoğraflar kitabımızın sayfalarında yer almaktadır.
Mağusalılar sadece 1953 yılında büyük uğraşlar sonucunda Namık Kemal’in büstünü açmamıştır. 1944 yılında Namık Kemal Ortaokulu’nu açmış daha sonra 1952 yılında Lise haline dönüşmüştür. Bu lisenin ilk mezunları arasında 3. Cumhurbaşkanı Sayın Dr.DervişErdoğlu’da vardır.  
Kısacası Namık Kemal,  Kıbrıslı Türkler için bir özgürlük sembolü olmuş onun düşünceleri ve eserleri aracılığıyla toplumsal bir bilinç ve birliktelik sağlanmıştır. Bu bağlamda toplumun ilerlemesi ve gelişmesi kültür ve sanatla olur , bugünün yöneticileri geçmişimizi iyi bilirler, yazılanları, yapılanlar görür ve okursa toplum olarak ileriye atılmamız ve gelişmemiz durdurulamaz , çünkü içimizde birçok Namık Kemaller yaşamaktadır. En önemlisi Mağusa’daki yaşadığı evin önündeki “Bu zindanda yaşadı” yazısı da değiştirilmelidir ve ona yakışır bir tabela buraya konmalıdır.



KIBRISLI  TÜRKLER İÇİN NAMIK KEMAL’İN ÖNEMİ
İngiliz sömürge yönetimi altında yaşayan Kıbrıs Türkleri, dünya insanlarının sömürgeciliğe karşı başkaldırışıyla birlikte ulusal duygularının uyanıp gelişmesinde kendilerine bir “sembol” bulmakta zorluk çekmemişlerdir. Çünkü, “ulusallık” deyince her Kıbrıs Türkü’nün aklına gelen ilk şey “Vatan Yahut Silistre” adlı bir oyundu ve yediden yetmişe herkes bu oyunu Namık Kemal adlı bir şairin yazdığını biliyordu.
İşte böyle bir öndere bağlanan bir ulusal halkın, sömürge yönetimi altında olsalar bile bir “abide” dikme hakkına kavuştuğu an, Namık Kemal’in bir büstünü dikmek istemesi gayet doğaldır.
Lefkoşa’da Evkaf bahçesine bir Atatürk büstü dikme hakkını elde etmesinden tam 6 yıl önce Kıbrıs Türkleri Mağusa’ya 15 Mart 1953’te bir Namık Kemal büstü dikmişlerdi.
Namık Kemal büstünün açılışı Kıbrıs Türklerinin ulusal ve politik yaşamında önemli bir dönüm noktası olmuştur. O güne kadar hep yönetilmeye alışmış olan bu halk o tarihten itibaren “hürriyet, vatan ve self determinasyon” gibi kavramların ne olduğunu öğrenmiş ve ağzından düşürmeyerek bu uğurda savaşım vermeye başlamıştır.
Namık Kemal büstününMağusa’da açılış töreninde konuşan öğretmen Talat Yurdakul ise şöyle haykırıyordu kalabalığa:
“Bugün, bütün Kıbrıs gençliğini Mağusalı kardeşlerinin safında, Hürriyet abidesi önünde and içer, növbet tutar görmek hepimize  milli bir gurur ve heyecan vermektedir.” “O dün böyle haykırmıştı. Bugün, cümlelere sığmayan heyecanımızla, gökleri çınlatan sesimizle biz niçin haykırmayalım:
Felek her türlü esbabı cefasın toplasın gelsin.
Dönersem kahpeyim millet yoluna bir azimetten.”
Namık Kemal’in Kıbrıs’a sürgüne gönderilmesi Kıbrıs Türkleri’nin kaderini değiştiren mutlu bir rastlantı olarak tarihe geçmiştir, hem de tam 80 yıl sonra.



VATAN YAHUT SİLİSTRE DİYE DİYE…

Ulusal benliğini öğrenmede geç kalan Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki Türk halkı, Namık Kemal ile gelen kıpırdanışlar sayesinde “Vatan” kavramı ile tanışmış, “hürriyet” kavramı ile canlılık kazanmıştır. Kıbrıs’ın İngiliz İmparatorluğuna kiralanmasından sonra da “Osmanlı Vatandaşı olarak kalabilme” garantisini alan Kıbrıslı Türkler bir dereceye kadar kadere boyun eğmişlerdir. Ancak Kıbrıs’ın günden güne İngiliz toprağı olmaya doğru gidişi ve hele Rumların Enosis istekleri karşısında Vatan elden gidiyor korkusuna kapılmışlar ve her fırsatta tepkilerini ortaya koymuşlardır.
Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunun 609. yılını kutlamak amacıyla ulusal duyguların ve toplumsal kaygıların bir sonucu olarak Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre adlı oyunu seçilmiş ve temsil, 26 Mart 1908 akşamı Mağusa’da liman ambarlarının birinde verilmiştir.
Bu oyunun seçilmesindeki amaç; halka tiyatro zevkini aşılamak değil; toplumu sarsmak, birlik ve beraberliğe çağırmaktı. Başka bir deyişle tiyatro oyunu bir araç olarak kullanılmıştı. Kısaca, bir tür varlık gösterisiydi bu. Hem, yer olarak Mağusa’yı seçmelerinin bir de anlamı vardı. Birincisi, Namık Kemal orada 38 ay yaşamıştı. İkincisi bir süre önce Yunanlı militan Kadalonos, adamlarıyla birlikte MağusaAyasofyasına girmekle “mabedimizin üstüne na-mahrem eli değmiş” oluyordu.”



MATBAACI AKİF ANLATIYOR
Matbaacı Akif, 40 yıl sonra bu olayı Halkın Sesi gazetesinde ayrıntılı olarak anlatmış, böylece günümüze ulaşmasını sağlamıştır. (2) Temsilin geliri bir kız okulunun inşaası için kullanılacaktır.
Oyunu izlemek üzere yüzlerce Lefkoşalı trenle Mağusa’ya varışlarında, eşraftan Hüseyin Zihni Bey’in ateşli söylevi ile karşılanırlar. “Bu gecenin şerefini ilân (duyurma) ve sizi karşılamak maksadıyla atılan işbu topların sadasında…” diye söze başlayan Hüseyin Bey şöyle diyordu: “Sizictimai topluluğumuz itibarıyla birlik olduğumuzu bize zimnen (dolaylı olarak) anlattınız… “Yaşasın Osmanlılar” cümlesi ile sizi alkışlarım.”
Kalabalık arkasından Mağusa’nın fethinde şehit düşen ve Türklüğün sembolü halini alan (O zamanki mecliste mebus) Bodamyalızade Şevket Bey, şehidin tanıtımını ve kabrini her yıl ziyaret edilmesinin gereğini vurguladıktan sonra kalabalığa şöyle hitap etmiştir:
“Kıbrıs Türkleri ne kadar zamandan beridir derin duygulara dalarak her türlü siyasi vasıtalardan ayrılmışlardır. Bu gaflet, bu uyku zamanlarının karanlığı içinden nice kıymetli vakitler, fırsatlar, nimetler gaip etmişlerdir. Bu miskinlik Türklüğe, Osmanlılığa yakışır hallerden midir?”


banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.