banner913
banner932
banner1012

“Talasemi dağılımı en yüksek ülkelerden biriyiz”

banner1020

Dr. Gülsen Bozkurt, ülkede sağlıklı olarak dolaşan ve farkında olmayan her 100 kişinin 16.4 kişisinin Beta, her 100 kişide 20’den fazlasının da Alfa taşıyıcısı olduğunu vurguladı

banner974
“Talasemi dağılımı en yüksek ülkelerden biriyiz”

banner971

 
Dr. Gülsen Bozkurt, 1980’li yılların başında aralarında kendisinin de yer aldığı bir ekip tarafından başlatılan talasemi ile mücadele programı kapsamında yürütülen etkili çalışmalar neticesinde 2000’li yıllarda hasta doğumların önlendiğini ancak bugün gelinen noktada bu doğumlarının yeniden başlamış olmasının üzücü olduğunu söyledi.
Dr. Bozkurt, 1980’lerin başında, Prof. Dr. Muzaffer Aksoy başkanlığındaki bilim heyetinin ve Dünya Sağlık Örgütü hemoglobinopati koordinatörü Prof. Dr. Bernadette Modell ile yerel hekimlerin katkılarıyla talasemi ile mücadele programı başlatılmış olduğunu ve bu program kapsamında etkili çalışmalar yürütüldüğünü anlattı.
1980 yılında Aile Yasası’nda yapılan bir düzenlemeyle talasemide evlik öncesi ücretsiz tarama testlerinin yasa ile zorunlu hale getirildiğini hatırlatan Bozkurt, KKTC’nin dünyada talasemi ile mücadelede evlilik öncesi taramayı zorunlu kılan ilk ülke olduğunu belirtti. Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nde kurulan Talasemi Tarama Laboratuvarında tarama testlerinin uygulanmaya başlandığını, her ikisi de taşıyıcı olan çiftlere genetik danışmanlık hizmetleri vererek, her doğumda yüzde 25 oranında hasta çocuk sahibi olabileceklerini, bunun düşük bir risk olmadığını, hamilelik durumunda doğum öncesi erken tanı yaptırmalarını tavsiye ettiklerini anlatan Bozkurt, ülkede 1984’te doğum öncesi erken tanıya, 1991’de ise DNA yöntemiyle doğum öncesi erken tanıya başlandığını aktardı.
“Toplumda talasemi dağılımının en yüksek ülkelerden biriyiz” diyen Dr. Bozkurt, “Talaseminin ağır seyreden tipi olan Beta toplumda yüzde 16,4 oranındadır. Alfa talasemi oranı ise yüzde 20’nin üstündedir. Yani sağlıklı olarak dolaşan ve farkında olmayan her 100 kişinin 16.4 kişisi Beta, her 100 kişide 20’den fazlası da Alfa taşıyıcısıdır. 20’den fazlası Alfa taşıyıcısıdır diyorum çünkü Alfa’nın sessiz seyreden ve anlaşılması kolay olmayan bir türü var. İpucu veren, anlaşılanları da sadece yüzde 20 oranındadır. Bazen Alfa ve Beta’yı birlikte taşıyanlar da var. Ama toplumun yüzde 35’inden fazlası (Beta ya da Alfa) taşıyıcısıdır, yani her 100 kişiden 35’ten fazla kişi taşıyıcıdır. Bu toplum sağlığını riske eden çık yüksek bir dağılımdır” şeklinde konuştu.
Dr. Bozkurt, talasemi ve anormal hemoblobinlerin genetik olduğu için sonsuza dek ülkede olacağını vurgulayarak, “Bizim bu önleyici çalışmaları sürdürmemiz lazım. Gevşediğimiz zaman --ki bu son günlerde yaşadıklarımız odur— tehlike tekrar hortlayacak ve tekrar hasta çocuklar doğmaya başlayacaktır” dedi.
Dr. Bozkurt, “Yeni hasta doğumlarının talasemi önleme programında rehavete kapılmanın bir sonucu olduğu” belirterek, “Tehlikeler gevşediğimiz için baş göstermeye başladı, bunlar önlenebilirdi. Bu beş yeni vakadan ikisinde, evlilik öncesi taramada, ebeveynlerin taşıyıcı olduklarının teşhis edilemedi, laboratuvar normal netice verdi, ancak hasta çocuk doğumu oldu. Taşıyıcıyı yakalayamamak tarama laboratuvardaki zaafiyettendir. O da testlerin çok duyarlı olmamasından ve 1980’den kalma teknolojinin kullanılmasındandır. Son yıllarda, talasemide yeni teknolojiler tam anlamıyla bu ülkeye getirilemedi. O gün ne yaptıysak orada kaldı” diye konuştu.
Laboratuvarın günümüze uygun şekilde yapılandırılması konusunda gerek Sağlık Bakanlığına gerekse Cumhurbaşkanlığına yazılar yazarak uyarılar yaptığını belirten Dr. Bozkurt, “Laboratuvarın güncel modern tekniklere ve cihazlara kavuşturulması, kadroda olan kişilerin bu yeni teknikleri nasıl kullanacakları hakkında eğitilmesi ve genetik testlerin laboratuvarda artık rutine girmesi lazımdır. Bu gizli taşıyıcı ya da çok kompleks vakalara DNA ile bakarak bunları teşhis edebilirsiniz” dedi.
Bozkurt, mali kaynak sağlanarak laboratuvarın güçlendirilmesinin önemine işaret ederek, “Her doğan talasemili bireyin yıllık ortalama devlete masrafı 10 bin dolardır. Hasta büyüdükçe bu masraf katlanarak artar. Erişkin bir hastanın yılda masrafı 500 bin dolardır. Bu sağlık sistemi için çok ciddi bir maliyetlidir. Personel, doktor, ilaç ve kan bulacaksınız. Ama bir de o çocuğun, ailenin yaşadığı travmayı düşününüz; hayatını hep zor yaşayarak geçiren, her 15 günde bir hastaneye gidip kan alan bir hastayı tahayyül edebilir misiniz? Bu hasta doğumların önlenmesi lazımdır” diye konuştu.
“Biz, 1980’de başlatılan talasemi önleme programı ile bu hasta doğumları önledik” diyen Dr. Bozkurt, “Daha önce sene de 20 hasta çocuk doğarken, 1980’de başlatılan taramalar sonucu bu doğumlarda düşüş görülmeye başlandı. 1984’te doğum öncesi erken tanı çalışmalarıyla önemli bir düşüş gözlemlendi. 1991’de uygulamaya giren DNA teknolojileriyle doğum öncesi erken tanı sonucu bu doğumlar nadiren oldu. 2001 yılından itibaren de uzun bir süre hasta bebek doğmamıştı” ifadelerinde bulundu.
Ayrıca Dr. Bozkurt, nüfus hareketleri ve demografik değişimlerle ülkede anormal hemoglobinler (hemoglobinopati) de tespit ettiklerine de belirterek, “Artık çok toplumlu bir ülkeyiz. Afrika’dan gelen büyük bir öğrenci nüfusu var. Afrika’da çok ağır bir kan hastalığı olan orak hücre anemisi çok yoğun görülür. Burada yaşayan Afrika kökenli bireylerden orak hücreli anemili çocuklar doğmaya başladı. Çocuklarını kan almaya, ağrılı krizlerinde hastanelere götürüyorlar. Bu ülkenin bu çocuklara sağlık hizmeti sunması gerekir. Ülkemiz kendi nüfusu itibarıyla da talasemiler ve anormal hemoglobinler açısından zengin ve bunların birbirleri ile birleşmesi, yani anne ve babalardan o patolojik genlerin bir yere gelmesi halinde ağır hastalar doğuyor” dedi.
Şu anda en büyük riskin demografinin değişmesi olduğunu ve bu konuda yeni bir politika geliştirilmesi gerektiğini belirten Dr. Bozkurt, özellikle üniversitelerde farkındalık çalışmalarının yürütülmesi gerektiğini, riskli bölgelerden ülkeye gelerek burada yaşamayı tercih edenlere talasemi taraması yapılması ve genetik danışmanlık hizmetinin verilmesi gerektiğini söyledi. Dr. Bozkurt, bu programın geliştirilmesine gönüllü olarak katkı koymaya hazır olduğunu da söyledi.
 
banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.