banner913
banner932
banner1012

Dilek Orhan yazdı: “Suya yazı yazılmaz!”

banner1020

banner974
Dilek Orhan yazdı: “Suya yazı yazılmaz!”

banner971

Program yapımcısı ve zirvekıbrıs köşe yazarı Dilek Orhan, “Suya yazı yazılmaz!” başlıklı yazısıyla anlamlı mesajlar verdi.

Orhan, karantina ve yeni normalleşme süresinde siyasisinden, iş dünyasına, sivil toplum kuruluşlarından, çalışanlara, medyadan, sosyal medya kullananlara kadar toplam nüfusun yüzde 90’ına varan bir kesiminin suya yazı yazdığını söyledi.

Orhan, “Yazılı veya sözel çözüm odaklı olmayan, şikayet üzerine kurulu, hakaret ve uyarıyı ayrıştıramayan, olmayan veya olamayan her şeyde çocuklar gibi “ben yapmadım, o yaptı” mealinde olan her açıklama benim açımdan suya yazı yazmakla eş değerdir.” dedi

Dilek Orhan, kendi bireysel çıkarlarını bir kenara koyup, çatışma ve şikayet kültüründen uzaklaşarak, toplumsal faydaya odaklanmanın bu halkın en büyük önceliği olduğuna dikkat çekti.

Dilek Orhan’ın “Suya yazı yazılmaz!” başlıklı yazısı şöyle:

Ne güzel sözdür, “suya yazı yazılmaz”. Çünkü silinir gider.

Karantina, açılım, ardından yeni normalleşme süresince siyasisinden, iş dünyasına, sivil toplum kuruluşlarından, çalışanlara, medyadan, sosyal medya kullananlara, yani özetle neredeyse toplam nüfusun yüzde 90’ına varan bir kesimimiz suya yazı yazdı.

Yazılı veya sözel çözüm odaklı olmayan, şikayet üzerine kurulu, hakaret ve uyarıyı ayrıştıramayan, olmayan veya olamayan her şeyde çocuklar gibi “ben yapmadım, o yaptı” mealinde olan her açıklama benim açımdan suya yazı yazmakla eş değerdir.

Dillerde bir slogan var, hepimizin gerçek olmasını dilediği “BİR OLMAK, BİZ OLMAK”. Bu sloganın altı doldurulmadığı sürece suya yazı yazmaktan ne farkı var?. Kulakta hoş bir seda, uygulamada anlamı olmayan bir eda ve cennet iken cehenneme çevirdiğimiz bir ada..

Bugün sadece gerçek olmasını dilediğim harikulade bir hayal dünyasında gezindim. Bu gezintiye sizleri davet etmek istedim. Buyurunuz lütfen.

İcranın başında, içinde ve yakınında olan tüm siyasi erk bir aradalar. Karşılarımda siyasi düşüncelerinin ne olduğu hiç önemli olmayan bilim insanlarını dinliyorlar. Dünü geçmişe teslim edip, bugün hep birlikte WHO’a KKTC’nin altın imza atması için çözüm önerilerini konuşuyorlar ve bu çalışmanın kimin başarı hanesine yazılacağını, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimini hiç umursamıyorlar. Bu çalışmanın sonucunda herkesin mutabık kalacağı, bilim ve halk sağlığı temelli uyarı ve önlemlerinin bire bir dinleneceği tek bir bilim kurulu kuruluyor, onların uzmanlık, deneyim ve birikimlerinin çizeceği rotada sağlık gemisi yol alıyor.

Aynı siyasi erk ikinci bir toplantı yapıyorlar. Bu kez karşılarında çok donanımlı ekonomistler, finansal ve mali uzmanlar oturuyor. Aynı toplantıda iş dünyasının geniş kitlelerinin başlarındaki temsilcileri var. Herkes dersini çalışarak gelmiş, hiç kimse boş ve uzun konuşmuyor. Nefesler beyhude yere solunmuyor. Bu toplantı sonucunda oy birliği ile Ekonomik Kriz Komitesi kuruluyor. Bu komite hükümetler değişse bile devamlılık esasında çalışıyor, ada ekonomisinin gerçekleri ışığında yine çözüm odaklı kısa, orta ve uzun vadeli uygulama planlarını hazırlıyorlar. Bu planlar rafta değil, icraatte kalıyor.

“Önce sağlık” dilimize pelesenk oldu ya, doktorları, sağlık çalışanlarını bol bol alkışlıyoruz ya; bu alanda suya yazdığımız ve silinen yazılar ciltlerce asla okunmayacak kitap olur.

Gelelim toplantıya; bu kez Sağlık Bakanlığı Devlet Hastanelerinin yenileme ihtiyaçlarını tek tek belirlemiş. Karşılarında Kıbrıs Türk Müteahhitler Birliği’nin Başkan ve üyeleri tam kadro oturuyor. İhtiyaçlar tek tek anons ediliyor, karşılayabilecek müteahhit firma yetkilisi elini kaldırıyor, “biz üstleniyoruz” diyor. Bunlar lafta kalmıyor, çok kısa sürede hastane işleyiş akışını bozmadan belli bir iş planı çerçevesinde hastaneler yenileniyor. Hükümet de bu alandan artıracağı kaynak ve emek ve TC desteği ile herkesin dört gözle beklediği pandemi hastanesini hizmete sunuyor. Sağlık alanında eksik kadrolar tez zamanda tamamlanıyor.

Bitti mi hayalim? Tabi ki hayır! Bu kez münferit yardımlar için yarışan tüm sivil toplum örgütleri başkan ve yönetim kurulu üyeleri toplanıyor. Yardım kaynak havuzu oluşturuluyor. Bu ekibin temsilcileri ihtiyaç sahiplerini en iyi bilen yerel yöneticilerin işaret ettikleri bir liste oluşturuyor ve birlik içinde yardım zinciri başlıyor.
İçler rahat, çünkü iyilik kazanıyor.

Herkesin kabul ettiği ve tanıyı koyup, tedavi adına henüz hiç bir şey yapılmayan “sistem hastalığı” için ilk adım atılıyor. Hayal bu ya liyakat sistemi devreye alınıyor, masaya göre değil performansa göre maaş ödeniyor. Bu çalışma zaman alacağından, ilk adım olarak karantina döneminde herkes evinde rahat rahat otururken canları pahasına çalışanlar isim isim tespit edilerek onlara “pandemi özel ikramiyesi” adı altında ödeme yapılıyor. Hak yerini buluyor.

Bir ülkenin yaşayacağı krizler in sadece salgın ve ekonomi odaklı olmayacağı, bir gün ansızın başka başka krizlerle karşılaşabileceğimiz gerçekliği ile gerçek anlamda bir kriz merkezi kuruluyor. Bu merkezde alanında uzman, konusunda deneyimli uzmanlar yer alıyor. Olası kriz senaryoları üzerine çalışıyorlar ve bu merkeze ayrılacak bütçe bu senaryoların ihtiyaçları doğrultusunda belirleniyor.

Halkın ikinci akım korkusu ile panikle nefes alanlar ve “bize bir şey olmaz, hatta biz geçirdik” diye tam rehavete kapılanlar diye ikiye ayrıldığı malumunuz. Benim hayal dünyamda, sokaklarda, kalabalıklarda maskesiz gezenlere, ateş ölçülmeyen, dezenfektan kullanmayan tedbirleri ihmal eden işletmelere pozitif mahalle baskısı uygulanıyor ve kamuoyunun her gün önünde olan yetkililer maskeleri, mesafeleri ile rol model oluyor.

Toplumların kurtuluşunun adalet, eğitim, kültür, sanat, spor ve bilimle olacağı gerçeği beyinlere nakış gibi işleniyor. Bu alanda ki çabalar sınırsız ve sonsuz destek görüyor.

Okullarda müfredata “insanlık ve vicdan” “birey olmanın toplumsal sorumluluğu” ders olarak konuluyor.

Bu hayal dünyası gezimi saatlerce sürdürebilirdim. Çünkü malzeme çok. Sadece “tüm bunların olabilmesi için ne gerekli?” diye benim meşhur kuşa sordum. Aldığım cevap “hayat normalken rekabet, iddialı olmak ve reklam hem gerekli hem de itici bir güçtür. Hayat anormalken, bunlar anlamını yitirir. Bu anormal dönemlerde, ben merkezcilikten arınmak, iddiasızlık ve herkesin deryada bir damla olduğunu fark edip, damlaların ortak eylemlerinin fayda sağlayacağını anlamak zamanı. Hayat normalleştikten sonra da akıl, fikir ile dünün acılarını, sistemin hastalıklarını unutmadan çözüm üretecek, hırslarını, akıllarının arkasına saklayarak, en büyük rakip olarak kendisini görecek, siyasi etiği ön plana alacak siyasilere yol açmak, kendi bireysel çıkarlarını bir kenara koyup, çatışma ve şikayet kültüründen uzaklaşarak, toplumsal faydaya odaklanmak bu halkın en büyük önceliğidir. Yoksa dediğin gibi suya yazı yazar durursunuz.”

Son söz kuşundu. Sevgi şifadır, sevgi ve sağlıkla kalın.

banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.