banner913
banner932
banner1012

“Dr. Küçük, sevecen, yardımsever ve cefakardı”

banner1020

Oğlu Mehmet Küçük, Doktor Küçük’ü “Dünyada çok az lider var. Tanrı bir tanesini de bize vermiş” sözleriyle anlattı

banner974
“Dr. Küçük, sevecen, yardımsever ve cefakardı”

banner971

 Şebnem Özerdem Faslıgil-TAK

“Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu idam edildiklerinde yemek masasının üzerine yığılıp kaldı ve hıçkıra hıçkıra ağladı. Hayatımda ilk defa o zaman babamı ağlarken gördüm”
 Kıbrıs Türkü’nün Özgürlük Mücadelesi Lideri Doktor Fazıl Küçük’ün oğlu Mehmet Küçük, lider kelimesinin yanlış kullanılmakta olduğunu belirterek, “Dünyada çok az lider var. Tanrı bir tanesini de bize vermiş” dedi.
Halkçı ve halkın içinden biri olmasının Doktor Fazıl Küçük’ün sevilmesinin başlıca nedenlerinden biri olduğunu anlatan Mehmet Küçük, “Çiftçi çocuğuydu ve hayatı boyunca mütevaziliğinden hiçbirşey kaybetmedi. Sevecen, yardımsever, vefakar ve cefakardı” ifadesini kullandı.
“Babamla çok iftihar ederdim” diyen Mehmet Küçük, “O benim idolümdü. Öldüğü güne kadar çok güçlüydü. Öldükten sonra o gücün eksikliğini fazlasıyla hissettim” şeklinde konuştu.
“Babam çok dürüst bir insandı. İçi neyse dışı da oydu. Bu belki siyasette bir dezavantajdır ama çok açık konuşurdu” diyen Küçük, “Milli mücadeleye insanlar aşıktı. Bu para pulla olacak bir şey değil. Dr. Küçük’ü milli mücadeleyi başlatıp kendilerine liderlik ettiği için severlerdi ” dedi.
Kıbrıs Türk mücadelesinde belirli mihenk taşları bulunduğuna işaret eden Mehmet Küçük, bunlardan en önemlisinin Türkiye’nin Kıbrıs’ı “Milli Dava” olarak kabul etmesi olduğuna dikkat çekerek, Dr. Küçük’ün bunu sağlayabilmek için çok mücadele verdiğini aylarca Türkiye’de kapı kapı dolaştığını anlattı.
“Makarios ile en iyi anlaştıkları konu ikisi de çok sigara içtiği için temsilciler meclisinde devamlı ara vermekti” diyen Küçük, “Makarios’un sahtekar olması çok canını sıkardı” dedi. 
Türkiye’de Başbakan Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu idam edildiklerinde babasının yemek masasının üzerine yığılıp kaldığını ve hıçkıra hıçkıra ağladığını anlatan Mehmet Küçük, “Hayatımda ilk defa o zaman babamı ağlarken gördüm” şeklinde konuştu.
Kıbrıs Türkü’nü özgürlüğe kavuşturmak için büyük mücadele vererek, bunun için halkına liderlik eden Doktor Fazıl Küçük’ün 35. ölüm yıldönümünde, onu oğlu Mehmet Küçük’ün ağzından, tarihi bir mekan olan ve Dr. Fazıl Küçük Müzesi’nin bir parçası durumundaki çalışma odasında dinledik.


“HER SABAH 06:00’DA KALKAR, ÖĞLE YEMEĞİNDEN SONRA MUTLAKA 2 SAAT UYURDU”
Mehmet Küçük, babası Dr. Küçük’ün bir gününü şöyle anlattı:
“Babam 1960 öncesi günlük hayatında muhakkak saat 06.00’da uyanırdı. 06.30-07.00’de muayenehanesinde görevinin başında olurdu. Öğleye kadar hasta bakar saat 13.00’de muhakkak yemeğini yerdi. Saat 13.30’da haber dinler saat 14.00’de öğle uykusuna yatardı. Yaz kış bu değişmezdi. Saat 16.00’da bekçisi uyandırırdı. Kışta saat 19.00 yazda saat 20.00’de akşam yemeği yerdi. Görüşmesi gereken kişileri akşam yemeğine davet ederdi. Bu bazen öğlen de olurdu ama ikide yattığından öğlen yemekleri kısa sürerdi. Bazen yemeğe gelmez köylere giderdi. Ancak geceyarısı, saat 24.00’te muhakkak yatakta olurdu. Günlük 8 saat uykusunu alırdı. 
Akşam yemeklerinden sonra gazeteye iner ne var ne yok kontrol ederdi. Daha sonra muayenehaneye gider orada bulunan note-booklara köşe yazısını eski Türkçe olarak yazardı. Bir sonraki günün köşe yazısını akşam yemeklerinden sonra muayenehanesinde yazardı. Sabahleyin de (1960 sonrası Akay Cemal, öncesinde ise başkaları vardı) Yazısını okur daktiloda yeni Türkçe olarak yazdırırdı. 

“BABA OLARAK ÇOK YUMUŞAKTI”
Mehmet Küçük, Doktor Fazıl Küçük’ün baba olarak çok yumuşak olduğunu, sürekli kendilerine “Ben size normal bir babalık yapamadım. Normal bir babanın yaptığı gibi gerektiğince sizinle ilgilenemedim” dediğini anlattı.
“Annem onun yerini doldurdu. Bize hem analık hem babalık yaptı” diyen Küçük, “Yaramazlık falan yaptığımızda babam hiç olmazdı. Hep annem müdahale ederdi. Yaramazlık yaptığımızda bazen eve gelince ‘Anneniz size çok kızdı’ ya da ‘Sizi annenize söyleyeceğim’ derdi. Hiç tokat yemedik ya da kötü bir kelime duymadık. Bize bir kere bile bağırmadı. Çok sevecendi, yumuşaktı” şeklinde konuştu.
Küçük şöyle devam etti:
“Çok huzurlu bir evimiz vardı. Bize hiçbir sıkıntı aktarmazlardı. Kavga ettiklerinde bile odalarında ederlerdi. Biz hiç görmedik. Babamın anneme tek bir kötü kelime söylediğini veya sesini yükselttiğini, annemin ona tavır takındığını hiçbir zaman görmedik. Ama tabii eve gelen problemler vardı. Mesela bir muhtar çıkar gelirdi iki aile kavga etti diye. Babam çıkar giderdi iki gün Baf’ın filan köyünde kalırdı köylüleri bir araya getirirdi. Bu tür sorunları duyar görürdük.”

“ÇOK GURUR DUYARDIM…O BENİM İDOLÜMDÜ” 
Mehmet Küçük, kendini bilmeye başladığı 1954-55 yıllarında 6-7 yaşındayken babasının çevresinde kendisini seven birçok insan olduğunu görmeye başladığını söyledi.
EOKA ve mücadele yıllarında Dr. Küçük’ün gittiği köylere beraber olabilmek için kendilerini de götürmeye çalıştığını anlatan Küçük, “Babamla çok iftihar ederdim. Çok gurur duyardım. O benim idolümdü. Öldüğü güne kadar çok güçlüydü. Öldükten sonra o gücün eksikliğini fazlasıyla hissettim “ ifadelerini kullandı.
Dr. Küçük’ün çok değer verilen bir insan olduğuna işaret eden Küçük, İngiltere’de hastanede bile kendisine saygıyla yaklaşıldığını doktorların ve hemşirelerin kim olduğunu bildiklerini belirtti.

DR. KÜÇÜK’ÜN MÜCADELESİ…
Doktor Fazıl Küçük’ün en mutlu olduğu dönemin 1974 Barış Harekatı dönemi olduğunu söyleyen Küçük şöyle konuştu:
“Doktor Fazıl Küçük’ün mücadelesi 1931’de öğrenci olduğu dönemde başlar. Bu dönemde köşe yazıları bazı gazetelerde yayımlanır. Fiilen ise mücadelesi 1937’de buraya geldiğinde başladı. İlk geldiğinde İngilizler tarafından anti-British olarak biliniyordu. Babamın mücadelesi Kıbrıs Türk halkının ‘Müslüman cemaati’ olarak değil ‘Kıbrıs Türk halkı’ olarak tanınabilmesiydi. Bizim ayrı bir toplum olarak haklarımızın olduğunu bizim Türk olarak kendi bayrağımızın altında kendi yönetimimizle burada olmamız gerektiğine inanıyordu. Bunun için İngilizle mücadele etmek gerekiyordu. O zaman Müslüman cemaatinin İslam kanunları geçerliydi. Babam Türkiye’de olduğu gibi modern kanunlar istiyordu. Bunlar için mücadele etti.”

“EN ÖNEMLİ MİHENK TAŞI TÜRKİYE’NİN KIBRIS’I MİLLİ DAVA OLARAK KABUL ETMESİ..”
Kıbrıs Türk mücadelesinde belirli mihenk taşları bulunduğuna işaret eden Mehmet Küçük, bunlardan en önemlisinin Türkiye’nin Kıbrıs’ı “Milli Dava” olarak kabul etmesi olduğunu vurguladı.
“O zamanlar Türkiye Kıbrıs Türklerinin problemlerini İngiliz sömürge idaresinin problemleri olarak kabul ederdi” diyen Küçük sözlerini şöyle sürdürdü:
“Babam Türkiye’ye gidip ilk kez Kıbrıslı Türklerin sorunlarını anlattığında ‘Burada İngiltere’nin Ankara büyükelçiliği var gidin sorunlarınızı oraya anlatın’ dediler. Annem, babamın, sırf bir randevu alabilsin diye orada otellerde aylarca kaldığını hatırlıyor. O zaman dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü’ye milletvekilleri bir soru sormuştu ‘Kıbrıs meselesi ne oldu?’ diye ve o ‘ Bizim Kıbrıs meselesi diye bir meselemiz yok’ dedi. Babam hükümetlerin geçici olduğundan yola çıkıp ‘davayı Türk milletine mal edersem Türk milleti ilelebet bizlere sahip çıkar’ diyerek o zaman en faal kuruluşlardan talebe cemiyetleri ile temas edip onlara mitingler yaptırdı. Hürriyet gazetesi Ankara bürosunda rahmetlik Sedat Simavi yardımcı oldu ve bir kamuoyu oluşturuldu. Türkiye’deki hükümetler Kıbrıs Türküne sahip çıkmaya mecbur oldu. En büyük şansımız da o zaman Adnan Menderes ve Fatih Rüştü Zorlu gibi bir başbakan ve dışişleri bakanı olmasıydı.”

KIBRIS TÜRKÜ’NDE GELİŞME VE RUM SALDIRILARI…
Dr. Fazıl Küçük’ün yaşamındaki en zor dönemin EOKA’nın faaliyetlerinin olduğu dönem olduğunu belirten Mehmet Küçük özellikle 1963-68 döneminin çok kötü olduğunu ifade ederek şunları dile getirdi:
“1963’den önce hatırlıyorum Babam, ‘Biz Kıbrıs Türkleri olarak çok iyi gidiyoruz’ demişti. Çünkü artık ekonomik olarak gelişmeye başlamıştık. Eskiden Türklerin ne fabrikası ne işyeri hiçbirşeyi yoktu. Herşeyi Rumlardan alırdık. Rumlar imal ederdi. Sinemamız bile yoktu. Her yönden gelişmeye başladık. İnsanlar evlerine telefonlar almaya, köylere elektrikler gitmeye başladı. Rum bunlardan tedirgindi. Türklerin gelişmesini istemiyorlardı. Babam ‘Bu papaz bir delilik yapacak ve bizim başımızı belaya sokacak. Ama en kötüsü kendisinin de başını belaya sokacak’ derdi. Bu 1963’ten önceki olaydı.
1963’de Rumlar Türkler daha da gelişmeden ve güçlenmeden en kısa yoldan bunu çözelim dediler. Bu belki 1965’de veya daha sonra da olabilirdi ama olacaktı. Zaten Akritas planı ortada. Silahımız yoktu. Olan de 1958’lerde toprak altına gömülen silahlardı. Kendi bölgelerimizi savunmak zorundaydık. 1964-68 arası savunmasız birçok köy vardı. Kıbrıs’n her tarafına dağılmış Türk köyleri ve karma köyler vardı. Göçmenler de sorundu. Gidecek yer yoktu. Birkaç köy birleşip küçük yerlerde insanlar sıkıştı. Bölgeler arası haberleşme ulaşım yoktu. Askeri yetkililer organize etmeye çalışıyordu ama kopukluk vardı. Türkiye’den her ay gelen para Rum vasıtası ile gelir, onlar bize Kıbrıs parası olarak verirdi ama bölünürdü. İnsanlar çadırlarda yaşardı. Yemek yiyecek yoktu. Benzin yoktu. Kızılayın gönderdiği erzaklar vardı onlar da Türk köylerine çok zor girerdi. Devlet yani Kıbrıs Cumhuriyeti para vermezdi tüm parayı kesmişti. Devlet memuru 30 Kıbrıs Lirası alırdı. Babam da 30 Kıbrıs Lirası alırdı ama 40 Kıbrıs Lirası da sigara parası verirdi.”
“PRENSİPLERİNDEN TAVİZ VERMEZDİ”
“Babamla çalışmak zordu” diyen Küçük, Dr. Fazıl Küçük ile Halkın Sesi’nde birlikte nasıl çalıştıklarını şöyle anlattı:
“Ben bu mesleği okuyarak geldim.1971 yılı. İdeallerim vardı, okuduğum şeyler vardı. Bunları uygulamak isterdim. Küçük bir ülke ve küçük bir matbaa olduğu için maddi imkanlar da elvermediği için uygulayamıyordum. Babam daha farklı düşünürdü. Aramızda 40 küsur yaş farkı olduğu da göz önüne alınınca zor anlaşırdık. Kavga ederdik, ben tavır koyardım ama hiçbir zaman saygıyı ve sevgiyi bırakmadık. Şimdi baktığımda onunla çalışmak güzeldi. Prensipleri vardı ve hiçbir zaman taviz vermezdi. İş disiplinine çok önem verirdi. 

“GİTTİĞİ YERDE ÇOŞKUYLA KARŞILANIRDI”
Doktor Fazıl Küçük’ün her zaman halkın içinde olduğunu anlatan Mehmet Küçük, sürekli köy ziyaretlerinde bulunduğunu her gittiği yerde coşkuyla karşılandığını ifade etti.
“Bayram havası eserdi” diyen Küçük, Dr Küçük’ün ziyareti nedeniyle köylülerin yolları mersin dalları ve bayraklarla donattığını, davullar zurnaların çaldığını, yol kenarlarına sıralanarak, av tüfekleri ile havaya ateş açtıklarını, kurbanlar kesip bazen kendisini hatta arabasını havaya kaldırdıklarını dile getirdi.
Küçük, “Milli mücadeleye insanlar aşıktı. Bu para pulla olacak bir şey değil. Dr. Küçük’ü milli mücadeleyi başlatıp liderlik ettiği için severlerdi ” dedi.
“İLK DEFA BABAMI AĞLARKEN GÖRDÜM..”
Türkiye’de en yakın olduğu diplomatlar Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu idi. İdam edildiklerini duyduğunda yemek masasının üzerine yığılıp kalmıştı. Hünküre hünküre ağlıyordu. Hayatımda ilk defa babamı o şekilde ağlarken gördüm. Daha doğrusu ilk defa ağlarken gördüm.
Kıbrıs Türkünün çıkarları için Cemal Gürsel ile de arkadaşlık yaptı. Onunla da çok iyi ilişkiler kurdu. Cevdet Sunayla da iyiydi.

“İNÖNÜ VE DEMİREL İLE ZAMAN ZAMAN TARTIŞIRDI..”
İsmet İnönü ile ise arası pek iyi değildi. Nedeni de İnönü’nün çok yumuşak biri olmasıydı. Bazen Türkiye’nin müdahale etmesi gereken durumlar olurdu. İnönü ‘aman savaş çıkmasın’ diye elinden geleni yapardı. 1963 Cumhurbaşkanı muavinliğine mermiler düşer, elçilik ateş altındayken Türkiye’ye kriptolarla haber gönderildi. İnönü ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ne konu hakkında şikayette bulunun’ deyince babam çıldırmıştı. Lefkoşa-St Hilarion yolu vardı o yolu Rumlar kullanamazdı. Bir keresinde Rumlar şantaj yaptı ve ‘Yolu açmazsanız değiştirme birliğini Kıbrıs’a sokamayacağız’ dediler. İnönü “Aman yolu açın da askerler gemilerde kaldı’ deyince babam da ‘Çok istersen sen gel aç’ karşılığını verdi. Sonradan İnönü ikna edildi. 
Bir de Süleyman Demirel’i pek sevmezdi. O Kıbrıslıları farklı görürdü. Bir ara para göndermemeye başladı. Burada maaş ödeyecek, insanlarda da yiyecek alacak para kalmadı. Babam aradı ‘bunları yapmanız lazım parayı gönderin’ dedi. Babam öyle politik değildi açık sözlüydü. Demirel ‘Sayın Küçük sizin bize ihtiyacınız olduğunun farkında değilsiniz herhalde’ deyince babam da ‘Sayın Demirel sizin bize ne kadar ihtiyacınız var siz hiç farkında değilsiniz’ cevabını verdi. Sorunlar vardı. Ama iyi geçinmeye çalıştı…Yalnız başınaydı her şey ona gelirdi. Yönetimi bir arada tutmaya çalışırdı.”
 

banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.