banner913
banner932
banner1012

“Devlet” olamadık ama “korku imparatorluğu” olma yolunda ilerliyoruz…


Hasan KAHVECİOĞLU

Hasan KAHVECİOĞLU

Okunma 02 Ağustos 2022, 13:39

50’li yılların ikinci yarısıydı…

İngiliz Yönetimi, ikide bir “örfi idare” uyguluyordu Kıbrıs’ta…

Yani; sokağa çıkma yasağı…

EOKA lideri Grivas’ın bizim köyün dağlarında saklandığı haberleri üzerine, hemen tüm evlerin damlarına, keskin nişancılar yerleştirilmişti.

Biz çocuklar, İngilizlerin bu “yasağı” ile dalga geçmeyi pek severdik…

Başımızı kapıdan dışarıya çıkarıp, “yasağı” delmek, sonra da damdaki İngiliz askerlerine dil çıkarmak, sokakta “lingiri” oynayamamanın protestosuydu…

Henüz “korku” ile tanışmamıştık…

Zagor’dan mı, Tommiks’ten, Teksas’tan, Red Kit’ten mi geliyordu bu cesurluk, yoksa Türk tarihinden mi onu da bilmiyorduk…

Dedemin, “Kıbrıs eşecikleri” vardı…

Bunları, bizim evimizin çok yakınında bir “ahır”da tutuyordu…

Kendi evi köyün öteki tarafındaydı ve sokağa çıkma yasağı yüzünden ahıra gelemiyor, hayvanlarını yediremiyordu…

Annemle babam bir plan yaptılar…

Sokaktaki İngiliz askerlerinin nöbet değişimi sırasındaki kısa süreli boşluktan yararlanıp, üç beş dakika içinde ahıra gidip hayvanlara yemlerini koymayı kararlaştırdılar.

Peki ama biz ne olacaktık?

Bizi evde yalnız bırakmayı göze alamadılar…

Dört çocuk, en çok yüz metre ilerideki ahıra koşarak ulaştık…

Küçücük ahırdaki dedemin eşekleri bizi görünce pek sevindiler. Onları yedirdik, sularını tazeledik. Tam da bu sırada, İngiliz askerlerinin bağırmalarını duyduk, ahırın kapısını sert biçimde kapattılar ve demir sürgüyle bizi içeriye kilitlediler.

Zifiri bir karanlık kaplamıştı her yanı…

Dört çocuk, hepimiz birden ağlamaya başladık…

İşte benim, ilk “korku”m, o gün beynimin “amigdala” bölgesine yerleşti…

Akşama kadar orada kalmıştık… Sonra askerler gelip kapıyı açtılar, kocaman silahlarını şakırdatarak, oramıza buramıza dokundurarak, bağıra çağıra bizi yeniden evimize götürüp hapsettiler…

Bu bir “İngiliz korkusu”ydu…

Sömürge çocukları olduğumuzu o gün iliklerimize kadar duyumsamıştık…

Aradan yıllar geçti, bir akşam “Haydi toparlanın, köyü terk ediyoruz, Rumlar her an saldırabilir” dediklerinde, apar topar toparlanıp, doğup büyüdüğümüz toprakları terk ettik…

Bu da “Rum korkusu”ydu…

Yıllar boyu, barikatlarda saatlerce bekletilirken, Rum polislerin modaya uygun dar paçalı pantolonuma takarak “puştlaştınız be siz” dediğinde ergen bedenim tir tir titremişti…

Aslında “korku” listem çok uzun ama atlıyorum çoğunu…

Mücahitlik yıllarımda, Nazım Hikmet’in şiirini okudum diye az mı “Komutan korkusu” çektim…

Aynı işi lisede yaptığımda az mı “müdür korkusu, okuldan atılma korkusu” çektim?

Yine mücahitlik yıllarımda komutanın aracına sabotaj yapıldığında, “terörist” muamelesi gördüğümde, suçlandığımda “hangi dış güçler sana yardım ediyor?” sorgulamasında aptallaşıp “korku”nun beynimde giderek kendisine daha fazla yer açtığını anımsıyorum şimdilerde…     

Öğrencilik yıllarımda, “öğrenci temsilcisi” olarak bir TC Büyükelçisi’nin huzuruna çıkmıştım. Onun savurduğu tehditlerin gencecik beynime saldığı “korku” bambaşkaydı…

Ne İngiliz, ne de Rum’un “korku”suna benziyordu…

“Anavatan sevgisi”nin genç beynimdeki önceliğini zedelemişti…

Bir akşam, düzenlediğim bir “şehitleri anma etkinliğinde” takdir duygusundan yoksun bir politikacının “korku” salınımına muhatap olduğumda henüz 21 yaşındaydım…

Buna da, “otoriter korkusu” denilebilir herhalde…

Öğretmenlik yıllarımda, bir köyden “muhalif öğretmen” diye bir gecede ayrılmak zorunda kaldığımda da “korku”larla, korkutmalarla yüzleştim…

Ya aktif gazetecilik yıllarımda…

Yığılan davaların korkusu, mahkeme korkusu az mıydı?

Kaçakçıların, ganimetçilerin, rüşvetçilerin, rejim yalakalarının tehditleri ve korkutmaları az mıydı?

Hatta “can korkusu”nu da tatmıştım, Söz gazetesi döneminde, sendikacılık yıllarında…

İngiliz’in, Rum’un, beynimin “amigdala”sındaki korku hakimiyetini bertaraf etmiştim ama 70 yıla yaklaşan ömrümde bin bir çeşit “korku”lar doldu onların yerine…

Bunların her biri “duygusal istikrar”ımı elbette etkiledi…

Bu yetmiş yılda bir “korku” girdi, bir “korku” çıktı ama hiçbir zaman, beynimi bütünüyle “işgal” edemediler…

Ama şu “Türkiye’ye giriş yasağı korkusu” var ya, Kıbrıslı Türklerin bütün değerler sistemini ablukasına alacak diye korkuyorum…

Bu yüzden, Türkiye’ye sokulmayan 6. Kıbrıslı Türk unvanını alan Aysu Basri’nin Antalya havaalanında küçücük iki çocuğuna yaşatılan “korku”yu çok ama çok önemsiyorum…

TC Lefkoşa Büyükelçisi, “Kıbrıslı Türklerin huzuru kırmızı çizgimizdir” diye açıklama yapıyor ama onlarca kişinin “TC’ye giriş yasağı” yerinde duruyor…

Bu iş bir “eziyet piyangosu”na dönüştü…

TC’deki rejim, “yasaklı” damgasını vurduğu kişileri “korku” içinde yaşatmayı tercih ediyor…

Ne yazıktır ki bu tür “yasaklarla” karşılaşanlar artık medyada “haber” bile olmuyor…

“Otoriter rejim”in ürettiği korku, bu toprakları sarmalına almış bulunuyor…

Sonuç vahim: “Devlet” olamadık ama imparatorluk olmak üzereyiz neredeyse…

Hem de “korku imparatorluğu…”

Garip olan şu ki; 74’lerde “toplumsal korku”larımızı yok etme iddiasıyla buralara gelenler, bu kadar “korku”lar yaşamış bir toplumda, beyinlerimizi yeni “korku”larla tutsak alabileceklerini sanıyorlar…

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.