banner913
banner932
banner1012

'Tiyatro benim kavgam ve sevdam'

banner1020

Tiyatrocu Yaşar Ersoy, “47 yıl oluyor, hiç aralıksız kavgam ve sevdam ile tiyatroya devam ediyorum” diyerek ailesinden gizli olarak konservatuar sınavıyla başlayan tiyatro hayatında kavgasının devam ettiğini vurguladı  ...

banner974
'Tiyatro benim kavgam ve sevdam'

banner971

Tiyatrocu Yaşar Ersoy, “47 yıl oluyor, hiç aralıksız kavgam ve sevdam ile tiyatroya devam ediyorum” diyerek ailesinden gizli olarak konservatuar sınavıyla başlayan tiyatro hayatında kavgasının devam ettiğini vurguladı

 

Fehime ALASYA

Kıbrıs’ta tiyatro ile adeta bir bütün, ayrılmaz bir parça olan, ülkenin değerli sanatçılarından Yaşar Ersoy, halen daha tiyatrodaki mücadelesine, sevdasıyla, kavgasıyla devam ediyor... “47 yıl oluyor, hiç aralıksız kavgam ve sevdam ile tiyatroya devam ediyorum” diyen Yaşar Ersoy, HALKIN SESİ’nin bu haftaki sanat konuğu oluyor. 

Her adımı mücadele ile geçen, Kıbrıs Türk Tiyatrosu için birçok alanda ilklere imza atan Tiyatrocu Yaşar Ersoy, birkaç soruyla kendini tanıtıyor.    

Sizi tanıyalım?

Limasol’da 1951 yılında doğdum. İki çocuklu, yoksul bir ailenin oğluydum. Adımın yaşar olmasının nedeni de annemin benden önce doğan ölü çocuklarıydı, ben hayata tutunayım diye adımı yaşar koydular. Ergenlik çağında bir çeşit kemik hastalığına yakalandım, halen daha tedavi gördüğüm bu hastalığımı, çeşitli operasyonların yanında yapmaya başladığım tiyatrom ile yendim. Hastalığım tiyatro ile geriledi, ilerlemiyor.  

Tiyatro ile nasıl tanıştınız?

Tiyatro ile lise yılarında, öğretmenlerimin teşviki ile 1968 yılında tanıştım. İlk oyunum Robert Thomas oyunu idi... Tek göz evde yaşayan bir ailenin iki çocuğundan biriyim, hastaydım. Fakir ve yoksul bir ailenin oğluydum ve sosyal faaliyetlere dahi girmeye çekiniyordum. Tiyatro ile tanışmam yaşamımın en önemli dönüm noktasıdır. Hastalığımı da unuttum dünya ile barıştım. Ben tiyatro ile, tiyatro da benimle uğraşmaya başladı. 47 yıl oluyor, hiç aralıksız kavgam ve sevdam ile tiyatroya devam ediyorum. Ailem, o dönemin popüler mesleklerinden avukatlık okumamı istiyordu fakat benim içimde bir tiyatro türküsü vardı. Ankara Üniversitesi’ne kaydımı yaptım. Burs kazanmıştım. Ailemden gizli olarak konservatuar sınavlarına katıldım ve konservatuarı yatılı, burslu kazanıp, tiyatro eğitimine başladım.  

Kendinize örnek aldığınız isimler?

Muhsin Ertuğrul’u kendime ilk örnek aldığım insanlardandır. Bertolt Brecht’in de üzerimde çok büyük etkisi vardır...

Tiyatro yaşamınızda siyasetin üzerinizdeki etkisi ne oldu?

Çocuk yaşlarında yaşamaya başladığımız mücadele yıllarını, tüm okul hayatım boyunca yaşadım. Bu tiyatromu da etkiledi, tiyatrom benim hem kavgam hem sevdam... emperyal güçlerin baskı ile adamızı bölmek istediklerini farkındaydık ve öğrenci olarak örgütleniyorduk. 1958, 63, 64, 74 yılları derken halen daha bir mücadele içerisindeyiz. Sevda insanca yaşamaktır, insan onurudur, bunun gerçekleşmesi için de bir kavga veriyorum, hayatım sevda ve kavga ile geçiyor... Tüm duruşum, tavrım, yaptığım 100’e aşkın oyunun üzerinde bu olayların etkisi var. Okumaya gittiğim Türkiye’de de sağ, sol gençlik örgütleri içinde buldum kendimi...

1975 yılında mezun olup adaya gelince Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları mülakatına katıldım, beni deneyeceklerini söylediler. O yıl mezun olup gelen tek bendim! Türkiye’de sol hareketlerine katıldığım için 6 yıl geçici statüde devlet tiyatrolarında çalıştım. Benden sonra mezun olup gelen birçok arkadaşım ile birleşip, bir hareket sağladık. Tiyatroda memur anlayışı hakimdi, orası bir sanat kurumudur ve öyle olması gerek, fakat sanatçılar memurlaşmıştı, üretimden uzaklaşmıştı. O dönemde sendikalaşma hareketi başlattık ve bunu ortadan kaldırmaya çalıştık. Rahatsız oldular, demokrat ve özgürlükçü bir anlayışa sahip değillerdi, siyasi ötekileştirme hat safhada idi... O dönemde Mustafa Akıncı LTB Başkanı idi, sanata ve sanatçıya değer veriyor destek çıkıyordu. Çağdaş Sanat Derneği’ni kurduk (ÇAĞ-DER) ve devletin izin vermediği oyunları burada oynuyorduk. Bu yüzden bir celsede devlet tiyatrosundan atıldık. Ardından Lefkoşa Belediye Tiyatrosunu kurduk, 36 yıldır bu tiyatro ülkemiz kültür sanat alanında yer alıyor. Siyaset, bilime ve sanata müdahale etmemeli...

Güney ile Kuzey Kıbrıs’ı tiyatro bazında karşılaştıracak olursak neler söyleyebilirsiniz?

Bunu ben değil de Güney’de olan sanatseverler ve sanatçılar da cevaplasa aynı şeyleri söyler. ‘Tiyatro’nun sınır ihlali’ adlı kitabım yakın zamanda çıkacak. Güney’de bazı yetkililer 1986 yılında ‘Kıbrıslı Türkler bize tiyatro dersi verdi’ dedikleri günleri hatırlıyorum. Hem Kıbrıs basınında hem de Yunan basınında bunlar yazıldı. Belgeleri ile var, kitabımda yer alacak... En son oyunumuzda Oratoryo oyununa Güneyden gelen davetlilerimiz de vardı, sanat yönetmeni Yiannis, tvit hesabına “Kuzey’deki Bozan Oratoryosunu izledim, müthiş bir gösteriydi, ne yazık ki biz halen daha bir Oratoryo yapamadık’ diye yazdı. Tiyatro ve genel anlamda sanatçılarımız ve sanatımızla eziklik duyacak noktada değiliz kesinlikle. Bizim utancımız altyapımızda. Ben Güney Kıbrıs’ta ve birçok uluslararası etkinliklere katılıyorum. Oralarda gördüğünüz sergi salonu, tiyatro, müze ve kültür alt yapılarından büyüleniyorum. Buraya dönünce utanıyorum. Bu ayıp sanatçımızın değildir. Bu ayıp devletindir, devleti yönetenlerindir... Yoksa bizim sanatçımızın, yaratıcılıkta sınırı yoktur, dünya ile boy ölçüşebilecek, başı dik, eserini ortaya koyabilecek değerde sanatçılarımız var ve bunu ben değil, herkes söylüyor.

Kuzey Kıbrıs’taki seyirci potansiyeli için neler söyleyebilirsiniz?

1980 yılında dört kişi ile ambarda tiyatro yapmaya başlamıştık. O dönemde bazı gazeteler, ‘gitmeyin ey insanlar’ diye duyuru yaparlardı. Buna rağmen oyunlarımız çok kalabalık olurdu, sonra da aynı gazete döner ‘sevinmeyin, biz gitmeyin dedik diye vatan hainliğinizi merak ettiler ve sizi görmeye geldiler’ diye haber yazarlardı. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu kendi seyircisini yarattı ve bu seyirciyi hem niceliksel hem de niteliksel olarak gelişiyor. Oyunlarımız hep kapalı gişe oynuyor... Biz hem kendi seyircimizi yaratıyoruz hem de çoğaltıp geliştiriyoruz.

Gurur duyduğunuz birkaç yapımınızı söyler misiniz?

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’na yeni, genç yetenekler dahil ettik, onları kadroladık, geliştik. Bunlar da büyük bir kavga içinde oldu. Devletin hiçbir alanına kadro alınmazken, biz gençlerimizi belediye tiyatrosu kadrosuna aldık, kurumsallaşmaya başladık, ve hep birlikte yürüyerek bu yıllara geldik. Bunun büyük bahtiyarlığını yaşıyorum. Bir diğer gururum ise bu ülkeye bir tiyatro festivali kazandırdık. Her yıl dolup taşıyor, kurumsallaşarak ilerliyor. Gençleri yetiştirip, onlara bu alanları devrettim, bunu gururla söylüyorum.

Yarım kalmışlıklarınız?

Belediye tiyatrosunun bir türlü bitmeyen tiyatro binası...

Aileniz?

Tüm bu kavgam ve sevdamda karım benim sürekli yanımda. Her an bir sevda ve kavganın peşindeydim, eşim adı gibi Aydın bir insandı, bana hep destek oldu. Benim en iyi eleştirmenim, olması gerektiğini hatta benden önce görüp beni uyaran, hem eş, hem yandaş hem de neferim oldu... bu kavga ve sevdayı verirken, maddi manevi hep yanımdaydı. Ulaş ve Umut adında iki oğlumuz oldu. İlk oğlumuz olduğunda ben işsiz kalmıştım ve ikimizin maaşı ev kirasını karşılamıyordu, on yılımız ekonomik sıkıntı içinde ceberut devlete karşı mücadele ile geçti. Bu yokluk ve mücadele yıllarında eşim Aydın’ın, hem maddi hem manevi katkı, anlayış ve zenginliği büyüktür. İki oğlum ve yaşama sevinçlerim dediğim Deniz ve Atlas adında iki de torunum var. Çocuklarım da benim gibi tiyatro alanındalar... Bir oğlum benimle burada ayni sahneyi paylaşıyor, diğeri de Ankara Devlet Tiyatrolarında... Babamın bana yaptığını, ben de küçük oğlum Umut’a yaptım ve tiyatro okumasına izin vermedim, onur belgesi ile iktisat bölümünü bitirdi, tasarım alanında master yaptı ve şimdi Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda çalışıyor, benimle ayni sahneyi paylaşıyor. Bu küçük ayrıntı ile de öz eleştirimi yapmış olayım. Bu sanırım benim ayıbım... Onu ilk etapta engellememeliydim. Ailemle guru duyuyorum, çocuklarımla toplandığımız zaman, balkonda tüm mahalleli bizi dinliyor, coşuyor, coşturuyoruz...

Kendinizi geliştirmek için neler yapıyorsunuz?

Çok çalışıyorum. Ben yetenekli değilim, derim her zaman. Ama disiplinli çalışma yeteneğim olduğunu belirtirim. İnsan salt yeteneğine güvenmemeli. Bu güne kadar 100’ü aşkın oyun sahneledim, oynadım, kitaplar yazdım, belgesel filmler yaptım. İki toplumun yakınlaşması için birçok etkinlik düzenledim. Bunlar hep disiplinli çalışma yeteneğinin sonucudur sanırım. Kendimi geliştirmek için sürekli çalışıyorum, okuyorum. Gelişen ve değişen dünyayı takip etmeye çalışıyorum. Neyi oynayacaksam araştırıyorum, öğreniyorum... Sürekli çalışıyor, üretiyorum. Ömrüme birçok şey sığdırmaya çalışıyorum. Ne acelen var diye soranlara da ‘Topluma karşı olan borcumu ödemeye çalışıyorum’ diyorum.                    

 

Yaşar Ersoy, oğlu Ulaş ve Torunu koyu bir Fenerbahçe taraftarı

 

Oğlu Umut Ersoy ile ayni sahnede-Kabare Kıbrıs oyunundan bir an

 Yaşar Ersoy’un tiyatrodaki ilk sahnesi, Tuzak adlı oyunu sergilerken

 

Yaşar Ersoy’un ‘Kader ortakları’ olarak isimlendirdiği fotoğraf karesinde, Osman Alkaş ve Erol Refikoğlu ile birlikte bir anısı  

 

 Yaşar Ersoy ve eşi Aydın Hanım

 

Haluk Bilginer, Yaşar Ersoy, Tamer Levent ve Haluk Bozgeyikli, mezuniyet sonrası Ankara Gençlik Parkı’nda mezuniyet Kutlaması yaparken

 

Yaşar Ersoy ve arkadaşları, Devlet Tiyatroları’ndan atıldıktan hemen sonra Üstün Hizmet ve Başarı Ödülü’ne layık görüldü, yıl 1993

 

 

Foto:Yaşar ersoy 8- 

banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.