Kıbrıs’ta her evde mutlaka bir zeytin yaprağı tütsülüğü veya buhurdanlığı bulunur. Eskiden insanlar çocuklarını, sevdiklerini, evlerini, misafirlerini kurumuş zeytin yaprağı dumanıyla tütsülerlermiş. Bu gelenek halen Zeytinlik (Templos) köyümüzde de devam etmektedir. Misafir gittiğiniz bir Kıbrıs evinde size tütsülükte yanan zeytin yaprağını uzatan ve dumanı kendinize doğru çekmenizi isteyen yaşlılar kadar gençleri de bulabilirsiniz. Tütsüleme kötülükleri uzaklaştırmak, nazara karşı korunmak için yapılır. Eskiden misafirler dahi tütsüyle karşılanır, uzağa gidenlerin erken geri dönmesi için, arkalarından dökülen suya bir zeytin dalı atmanın, onu mutlaka geri getireceğine inanılırdı. İşte bu tütsülenme geleneği ile başlayan Zeytinlik Festivali’nde bugün Ali Nesim hocayı anıyoruz. Hocanın köyü için yaptıkları ve bunun dışında kültürümüze katkıları konuşulacak. Bu gecenin onur konuğu Türkiye Folklor Kurumu Başkanı Prof.Dr. İrfan Ünverdi beyefendi. Bir teşekkür de ayrıca Girne Belediye Başkanı Sayın. Nidai Güngördü’ye, Ali Nesim hocanın vasiyetini yerine getirdiği için hoca ölümden önce Templos köyüne adını veren Templerlerin bir heykelinin dikilmesi istemişti, bunu gerçekleştiren Belediyeye sonsuz teşekkürler.
Zeytinlik (Tempolos) Köyü
Zeytinlik köyü adnı Zeytin ağaçlarından ve bu köydeki ilk zeytin ve üzüm bağları eken Templer şövalyelerinden alır. Bu köyde su kanalları ile birlikte ortak kullanılan üç kuyu köyün can damarını oluştururdu. Köyü bu su kuyuları olmadan düşünmek olanaksızdı. Köydeki üçüncü kuyu, köye gelen yolun en dar yerinde ki Kambur Hüseyin'in evi yanındadır. Kuyunun iki taşı ve ağzındaki yekpare silindir ve ıçı delik taş son yıllarda kaybolmuş; kuyu kapanmıştır. Kambur Hüseyin'in evi yıkılmıştır. 1950'li yıllarda henüz yaşayan annesinin 115 yaşında öldüğünde; yeniden diş çıkardığı ve adet görmeye başladığı rivayet edilir. Ve denirdi ki, -"zeytin yağının hikmetidir; ölüyü bile diriltir."
Köy ilkokulunun bahçesindeki ‘antik yağ sıkma taşı’, köyde zeytinciliğin en az ikibin yıllık bir geçmişi olduğunun kanıtıdır. Köylünün zeytine taparcasına verdiği değer, beni hep etkilemiş ve Şahmaran’daki öykülere ilham kaynağını oluşturmuştur. Gerçekte, bir zamanlar zeytin ağacı ve zeytin yağı, köylü için ekonomik değerinin ötesinde kutsallık ölçüsünde seviliyor ve değer veriliyordu.
1945 yılına kadar köyde ilkel, zeytinin eşeklerin döndürdüğü taşlarla ezildiği ve yağın aboşiden, siyah zeytin suyunun üstünden, elle toplandığı ilkel yağ değirmeni bulunuyordu. Garip dede yanındaki değirmen kapandıktan sonra Kamburların değirmeni kısmen elle kısmen makineyle çalışan teknolojiye dönüştürüldü. 1985’ten sonraysa kapatılarak anayol üzerinde Rumlardan kalma fabrikaya, yağ değirmeni görevi tümüyle devredildi
Bir zamanlar, zeytin yağından başka fıstık -yağı, yada pamuk-yağı yiyenlere kötü gözle bakılırdı, çünkü zeytin yağı daha pahalı idi ve kerametine inanılırdı.
Parası olan aranır Parası Olmayan Kaderine Katlanır
Bir zamanlar yine, yağı ile ünlü Templos köyünden bir Bey hastalanır. Doktor doktor dolaşmaya başlar. Ne türkü kalır, ne Urumu. Bütün doktorlar aynı şeyi söyler. Bey’in çaresiz bir hastalığı vardır. Kim ağlar, kim dövünür. En sonun doktorun biri demiş ki: Bir de Avrupa’ya girsin, aransın. Bey kalkmış ta İsviçrelere gitmiş. En iyi doktorlara görünmüş. Doktorlar demiş ki "Paran varsa her gün bir çorba kaşığı zeytin yağı iç!" Adam ise "Bendeki zeytin yağı varillerinin içine düşsen boğulursun" diye cevap vermiş. "Demek sen çok zenginsin." Adam demiş ki "Ben çok zenginim ama dermanım sizde." Sonunda doktorlar şu tavsiyede bulunmuşlar. "Dermanın senin evinde, her gün aç kamına bir kaşık iç ve görelim." Adam Kıbrıs 'a dönmüş ve hiç karın yağı, kaymak yağı, fıstık yağı yememiş sadece her gün bir kaşık zeytin yağı içmiş, zeytin yağlı yemekler yemiş ve kısa bir zaman sonra hiçbirşeyciği kalmamış, 100 yaşına kadar da yaşamış.
Ne demişler: Parası olan aranır parası olmayan kaderine katlanır.
Hayır öyle değil: Parası olan arabasını kaf dağından aşırır, parası olmayan yolunu düz ovada şaşırır.
Hayır öyle da değil: Zenginin parası züğürdün çenesini yorar.
Bugün, Zeytinlik olarak bilinen Templos’ta bir zamanlar insanların zenginliği sahip oldukları zeytin ağaçlarıyle ölçülür, düğünler zeytin hasadı sonrasına bırakılır; pek çok iş: “Kısmet olur da bu sene olgun geçerse, yani bol yağ elde edersek” sözüne bağlanırdı. Zeytin, ekonomik, kültürel ve yaşamsal değeri olan kutsal bir ağaçtı.
Zeytine vurdum nacak
Dalları kırılacak
Gel yarim sarılalım
Zaten dünya batacak
Zeytin yağı şişesi
Gülünan menekşesi
Yaktı gavurdu beni
Nazlı yarin cilvesi
Zeytinden aşımısın
Güzeller başı mısın
Gönderdiğim mektubu
Goynungda daşır mısın
Al beni nazlı yarim
Sar beni nazlı yarim
Sonunda ayrılık var
Tut beni götür yarim
Emete Kambur Hasan’dan dinlediğimiz bu türkü, zeytinin hem ekonomik değerini gösteriyor... hem de zeytini bir aşk sembolu düzeyine çıkarıyordu. Bu türkü; daha doğrusu bu maniler, zor ve külfetli bir iş olan Zeytin toplama işini yapan köy kadınlarının ağzından eksik olmaz, onların hem eğlencesi hemde duygularının bir yansıması idi.
Zeytinciliğin köyde çok eski bir uğraş olduğu köy tarlalarındaki eski zeytin ağaçlarından da bellidir. Köyün altında (Baladi yokuşunun altından başlayarak denize kadar uzanan topraklara bu ad verilirdi), köyün batısında ve özellikle dere yataklarında yaşlı ağaçlara hala rastlanmaktadır.
Osmanlı zamanında zeytincilik yapılmasına rağmen, hayvancılığın önem kazandığı ve daha çok tahıl yetiştiriciliği yapıldığı anlaşılıyor. Birinci dünya savaşından sonra İngiliz idaresinin teşvikiyle zeytincilik gelişme gösteriyor. Özellikle “Ali Bey Çifliğinin” Girne’nin ileri gelen zenginlerinden Severis’e satılmasından ve bu geniş tarlanın “zeytinlik” haline getirilmesinden sonra, zeytinciliğin çok karlı bir iş olduğunu gören köylü zeytin ekimine hız veriyor. İkinci dünya savaşı içerisinde zeytin yağının, tabiri caizse, altın değerini alması üzerine zeytin ekimi doruğa ulaşıyor. Dağda bolca bulunan yabani zeytin ağaçları sökülerek tarlalara ekiliyor, keçi-koyun gibi hayvanların yememesi için, 1.5 ya da 2 metre yükseklikten aşılanıyor. Aşılama işi genellikle Karmili bir rum olan Neoklis’e yaptırılıyordu. Ancak, “Nalbant” ailesinden öğretmen Fadıl efendi de hem köylüye aşı yapmayı öğretmiş hem de kendi tarlalarını zeytinlik haline getirerek köylüye öncülük etmiştir. 1950’li yıllara gelindiğinde zeytincilik köylünün yaşam biçimi haline gelmiş, ve Templos, yağının tadı, kalitesi bol ürün veren ağaçlarıyle adanın önde gelen üretici köyleri arasına girmişti.
Seksen beş kişinin hak sahibi olduğu zeytin ağacı
Baladi yokuşunun hemen altında, Severis’in tarlasının köşesinde, bugün sosyal konutların olduğu alanda bulunan yaşlı zeytin ağacı zeytinciliğin bir simgesi idi. Kambur ve Mullakasım ailesinin tüm fertlerinin otak malı olan bu ağaç, zeytin ağaçlarının değerini göstermesi bakımından önemlidir. Tarla bir Ruma satıldığı halde mülkiyeti gene köylüde kalmış ve kimse mülkiyet hakkını unutmamıştı. Ailenin en yaşlısı olması dolayısıyle Kambur Salih’in karısı ve Mullakasım’ım kızı Hatice genapla, en çok mülkiyet hakkına sahip olarak bu ağacı ölene kadar toplamıştı. 1963’ten sonra bakımsızlıktan yabanileşen bu zeytin üzerinde sosyal konutların yapılışıyle haksahipliliği de son bulmuştur.
Başkalarının tarlalarındaki zeytinlere “dağınık ağaç” adı veriliyordu ve bu statüdeki ağaçlar hem oldukça fazlaydı hem de büyük değerleri vardı. Ne yazıkki bugün, tarla içinde ağaçlarla birlikte, dağınık ağaçların da hiç bir değeri kalmamıştır.
NERDESİN ALİ HOCA
Gökyüzünü delip geçen,
Rüzgarlarla duvar olan
Yemyeşile kucak açmış
Sent Hiliaryon’da
Şimdi sabah oluyor.
Templos’a inen vadilerde,
Zaman durmuş,
Sisler,beyaz beyaz akıyor,
Uyuyor zeytniler,harnıplar
Ve sandal ağaçları.
Bir gölge yol buluyor,
Dolaşıyor usul usul,
Yalçın yamaçlarında
Beşparmakların.
Göz gözü görmez sisler içinde,
Islık seinin titrek dalgasında.
Harnıp buduyor, zeytin aşılıyor,
Bu, sen misin Ali Hoca?.
Kara bulutlar iniyor.
Hafif esen yel eşliğinde.
Daha aşağıya,daha düzlüklere.
Dinazor ağzı kepçeler
Tuzla buz ediyor kayalıkları.
Binlerce yılda oluşmuş,
Yaşlı zeytinlikleri.
Rüzgarın,
Tozunu alamadığı yamaçlar,
Teknolojiye teslim.
Sökülen ağaç dostların hesabı yok.
Ne zeytinin, ne de harnıbın,
Artık rüzgarlar,
Türkü söylemeyecek
Bu yamaçlarda
Sen nerdesin Ali Hoca?
Sesleri dinmiş uçan kuşların,
Su sızmıyor şinyaların kökünden.
Son soluğnu verirken
Kara toprağın kara böcekleri,
Kara yılanları.
Bir yokoluş türküsü,
Bir yeşil kıyımı yansıyor
Belleklre.
Artık keçi yollarında,
Yok yürüyen,koşan gölgeler,
Efsaneler gibi.
Sen nerdesin Ali Hoca.
Kınalı kuzular,artık melemiyor,
Bahar çiçekleri açmıyor
Yollarında köyünün.
Ne bahçeler kaldı yarına,
Ne de horoz laleleri,
Taşlı tarlalardan toplandığın.
Binlerce çalının,tülümbenin
Çevreye yayılan,
Doğal parfümleri de kalmadı,
Zehirlerden,hormonlardan.
Sen ne diyorsun Ali hoca?
Özledik seni Ali Hoca,
Güven veren gülüşünü
Hırsızlara dur değişini,
Doğa düşmanlarına,
Veryansın edişini.
Özledik seni be Ali hoca.
Bir şövalye olup,
Uzun mızrakla,
Yürü haramiler üstüne.
Bir deli poyraz ol
Es Beşparmaklardan
Akdenize doğru.
9.10.17 Altay Burağan