banner913
banner932
banner1012

Mehmet Yaşın ve Romancılığı

banner1020

Kıbrıs Türk Edebiyatının en önemli yazarlarından birisi olan ve ülke dışında çok önemli bir yere sahip olan yazar Mehmet Yaşın’ın bugün sizlere romanları hakkında kısa bir bilgi vereceğiz.

banner974
Mehmet Yaşın ve Romancılığı

banner971

SARI KEHRİBAR

Sarı kehribar, Kıbrıslı bir ailenin arşivindeki fotoğraflarla dile gelen, çok kültürlü, çok dilli, çok zamanlı, çok mekânlı sinematografik bir roman.

            Mehmet Yaşın, polisiye romanlara özgü bir girişten sonra okurunu tarihin ve kültürün kollarına bırakıyor; gerçekle kurmaca arasındaki serbest bölgede dolaştırıyor. Sarı Kehribar bellekle ve belgelerle kurulmuş çok sesli, çok şey söyleyen bir müze-roman.Bu kitap aslında üç bölümden oluşmakta. Birinci bölümde üç kız kardeşin Sarayönünde bir konakta yaşadıklarını ve aile hayatını anlatmaktadır. İkinci bölümde üç kız kardeş babalarına veda ederler ve Neapolis’ te ev kurmaya giderler. Üçüncü bölümde ise üç kız kardeşten birini esir kampında tuttular, ikisini ise göçmen kampına yolladılar. Burada ise bir yılbaşı yemeği sırasında evleri basılıp esir düştükleri anları ve sonrasını anlatmaktadır.

            Olay bir otomobil kazası ile başlamaktadır. Aris Pantellis arkadaşı ile Rachel’ in doğum günü partisinden dönerken direksiyon kontrolden çıkar ve o telaşla fren yerine gaza basan Aris ve arkadaşı gecenin içinde süratle köprüden nehre yuvarlanırlar. Aris zorda olsa arabadan çıkmayı başarır ve arkadaşınıda çıkarmaya çalışır. Bu zorlu mücadeleden sonra arkadaşını çıkarmayı başaran Aris baygın olan arkadaşını kenara çekip yola doğru tırmanır.

            Yoldan geçen bir araç görüp onu durdurur ve olayı anlatmaya başlar. Daha sonra olayı anlattığı gençlerle aşağı inip arkadaşının durumuna bakmaya giderler fakat arkadaşı bıraktığı yerde yoktur.Kendi başına kalkıp gitmesi imkansız diye düşünen Aris yardıma çağırdığı gençlerle birlikte Mnemosyne Nehri’ nin etrafını kolaçan eder. Ortalık zifiri karanlık, göz gözü görmüyorken fazla uzaklaşamazdı diye düşünen Aris umudunu iyice kaybetmişti. Suya kapılıp yeniden sürüklenmiş olabileceğini düşünerek Nehre dalan Aris yine bir sonuç elde edememiştir. Gençler yardım için polise telefon etmişlerdi. Daha sonra gençlerden biri Aris’ i hastahaneye götürmüştü. Aris hastahanede kendine geldiğinde ifade veriyordu. Hiçbir sağlık sorunu olmadığını, içkili bir şekilde araba kullanmadığını ve hayatında yanlış par etmek yüzünden sadece trafik cezası yediğini, ilk defa kaza yaptığını anlatıyordu.

            Arkadaşı alkol aldığı için arabasını Kostanza Burcu’ nun oradaki Bayraktar Camisi’ nin park yerine bıraktığını ve kendisinin onu evine bırakacağını söylüyordu. Anlayamadığım bir güç beni sanki elimden direksiyonu kapıp köprüye doğru kırmıştı. Nasıl oldu bilmiyorum biranda aşağı yuvarlandık. Fakat polis incelemeler sonucu arabada yalnızca Aris’ in olduğunu bakşa birine ait hiç birşey bulamadakılarını söyleyince Aris çok sinirlenmişti ve Simera’ya telefon etmek istemişti. Gazeteciler polisten daha çok yardımcı olur demişti. Haber muhabiri Aris’ e yanınızda olduğunu söylediğiniz arkadaşınıza ait hiç birşey bulunamadı ve polisin bu durumda size karşı olan bu tutumu gayet normal demişti.

            Aris bu durumda arkadaşına içten içe sinirlenmişti. Ortadan kayboluşu ve bu yüzden onu öldürmekle suçlanması Aris için yeterince sinir bozucuydu.Aris birkaç gün hastahanede kaldıktan sonra artık iyiydi Rachel ile birlikte hastahaneden ayrıldılar.Aris hastahanede iken onu ziyarete gelenlerden biride Mnemosyne idi. Ona arkadaşının aslında yanında olduğunu ve onu kendisinin kurtardığını üç hanımların evinde kaldığını ve durumunun iyi olduğunu anlattı. Tabi Aris bunu bir rüya olduğunu düşünmüştü ve uyandığında aslında o kadının gerçekten geldiğini anlamıştı. Bunun üzerine Rachel’i arayarak ona arkadaşının yaşadığını ve kaldığı yeri söyledi.

Daha sonra arkadaşının kaldığı eve doğru yola çıktılar. Yol boyunca Rachel ve Aris Atlantis sorununu tartışmışlardı. Sonunda arkadaşının kaldığı eve varmışlardı. Aris arkadaşını karşısında görünce çok sevinmişti. Daha sonra arkadaşı kaza olduğu sırada başından geçenleri anlatmaya başlamıştı. İri yarı bir kadının gelip elleriyle kendisine dokunarak bütün ağrılarını geçirdiğinini ve kendisini buraya getirdiğini söyledi. Aris iyi göründüğünü söyleyen arkadaşına yinede bir doktora gitmesi gerektiğini ve kontor olması gerektiğini söyledi. Bu konuda ısrarcı olsada arkadaşı bunu gerek olmadığını söyledi. Rachel dışarı gidip birşeyler alması gerektiğini söyleyerek oradan ayrıldı ve Aris’in arkadaşıda biraz uyumak istediğini söyledi. Bunu üzerine Aris arkadaşıda uyuyunca evi dolaşmaya başlamıştır. Bu sırada üç kız kardeşin fotoğraflarını gören Aris bu insanların arkadaşıyla bir akrabalıkları olsa bile onlarla arasında hiçbir benzerlik bulamamıştır.

Evi dolaşırken birsürü ilginç şeyler ve çok eskilere ait el işleri, buna benzer daha birçok eşya dikkatini çekmişti. Aris evin içini gezmeyi bitirince bahçeye çıkmıştır. Bahçede evin Bahçivanı ile karşılaşmış ve Aris uzunca bir sohbete girmiştir. Aris kaç yıldır burada çalıştığını sormuştu. Çok zaman olduğunu, üç kız kardeşin geç kızlık zamanından bu yana burada çalıştığını söylemişti.Başka bahçelerede baktığını fakat onlardan da hiç ayrılmadığını söylemişti.Bahçivan üç kız kardeşi anlatmaya başlamıştı. Üç kız kardeşin üçü de birbirinden güzel, becerikli hanımlar, en büyüğü bütün mesuliyet onda, ortanca kız pek cilveli pek nazik bir kızdı, ablası ile annesinin bütün takılarını takıp sürüp sürüştürüp ayna karşısında süslenirlerdi. Babaları pek bi mutaassıp idi. Fakat bu ortanca kız ablasının eşyalarını takıp, giyinip, süslenip giderdi fotoğraf çektirmeye.Hiç dinlemezdi babasını, görürdü bunu böyle küplere binerdi sinirden. Küçük kız kardeş ablalarıyla yaş farkı vardı aralarında. Bu yüzden “Zamane” diye çağırırdı annesi onu. Ablalarının evde görüp öğrendiği işleri bu mektepte ders olarak görürdü. Annesi pek bi serbest bırakmıştı bu küçük olanı. Aris bu uzunca sohbetten sonra eve geri döndü ve arkadaşının hala uyuduğunu görünce kendiside biraz uyumak istedi.

Aris rüyasında Atlantis projesi ile ilgili şeyler görmeye başlamıştı. Rachel’ in doğum gününe davetli olan profesör Pan Kyriakos ve diğer arkadaşlarıda Atlantis projesi ile  ilgileniyor, sürekli konuşmalarında konuyu buraya getiriyordu. Amerikan destekli bir proje olduğunu söylüyordu. Aris bu partiden çok sıkılmış, uykusu gelmiş ve gitmek istiyordu. Arkadaşı ile partiden ayrılmaya karar vermiş ve arabayı kullanırken ona uzun uzun trafik sorunlarını anlatmaya başlamıştı. Aris o gece işittiği herşeyi kayda geçirmeyi istiyordu. Çünkü bu yaşanmış olan trafik kazasına ışık tutabilirdi. Bunları yaparken konuşmaların arasında Pan’ ın söylediklerini kaleme almaya başladı. Pan, Ayios Nikolas Manastırı’ nın rezerv şaraplarından, onların ne kadar harika olduklarından bahsetmeye başladı. Aris ve Pan bu seferde şarapları kıyaslamaya bu konu üzerine uzunca bir süre konuşmaya başlamışlardır.

Aris ve Pan bu uzun konuşmanın ardından tekrar esas olan konuya dönüp Atlantis meselesini tartışıyorlar. Aris’ e göre Atlantis adı altından Kıbrıs dolaylarında petrol ve doğalgaz arıyorlardı. Öyle ki tüm Avrupa’ nın ihtiyacını yüzlerce yıl karşılayacak büyüklükte.

Mnemosyne’ de bu davete gelmişti. Mnemosyne Nehri’ nde yaşadığı için kendisine böyle seslenirdi herkez. İnsanların Atlantis hakkında konuşmalarını uzaktan seyredip dinlemeye başlamıştı. Kimse bu kadının gerçekte kim olduğunu bilmezdi aslında. İnsanlar ona cin, kahin, medyum diye adlar takmıştı. Çok bilgili olan bu kadın savaşta, henüz çok gençken bir kasabada ortaokul öğretmeniymiş. Askerler sınıfa dalıp dokuz çocuğu öldürmüş, ona da tecavüz etmişlerdi. Daha korkunç hikâyelerde varmış bu kadın hakkında. Başka kadınlarla birlikte kapatıldığı okulda ordunun orospusu olarak kullanılmış, serbest kalınca doğurduğu çocuğu bebeği nehirde boğmuş. Mnemosyne kendi hayatından hiç konuşmazmış, bu yüzden insanlar onunla ilgili bu tür hikayeler uydurmuştur.

Ama başkalarının hayatında hatırlamak istemediği ne varsa onları hatırlatmaktan da geri durmazmış. Sadece önemli tarihi olayları değil, tanıdığı insanların özel hayatlarınıda ezbere bilirmiş.

Aslında Mnemosyne askerlerden hiç zarar görmemiştir. Onunla ilgili anlatılan ne varsa hepsi yalandan ibarettir. Aksine askerlerle arası oldukça iyidir, fakat savaş başlayınca fırsat bu fırsat diyerek akrabasını öldürüp mirasına el koyan, komşusunun ırzına geçen, gizli gizli husumet beslediği arkadaşını pusuya düşüren sonrada bunları askerin üstüne yıkanlara şahit olmuş bir şahıstır.

Rachel’ in doğum gününe gelen Pan birçok kişiye proje dosyası dağıtmıştı. Aslında amacı bu konu yaygınlaşsın, kamuoyu oluşsun istiyordu. Nihayet Aris ve arkadaşı partiden ayrılıyordu. Mnemosyne keskin nefesi ile otomobilin üstüne üfledi, üfledi, üfledi: Hatırla ve yaz, tuttuğun yas bitmesin, yazdığın kitap bitmesin, hep aynı yas içinde aynı şeyi yaz diye çocuğun hafızasına fısıltılar gönderdi. Bu duum işede yaradı aslında, kazadan sonra çocuğu üç hanımların evine götürdü ve çocuk orada bir gece içinde hiç durmadan yazdı, yazdı, yazdı...

Kaza gerçekleşmişti, Aris ve arkadaşı köprüden aşağı nehre uçmuşlardı. Bunun olmasını sağlayan Mnemosyne ve üç hanımlardı aslında. Üç hanımlar gökyüzünden

süzülerek inip Aris’ in elinden direksiyonu alıp köprüye kırmışlardı. Mnemosyne çocuğu alıp hayalet eve götürmüştü. Orada yazması gerek ne varsa hepsini bir gece içinde yazacaktı. Öyle de oldu.

Hayalet ev dedikleri yer ise üç hanımlardan en küçüğüne aitti.Büyük kız kardeş dul kalınca buraya gelip yaşamıştı. Bu eve çok uzun zamandır Bahçivan bey bakardı. Evli olan Bahçivan beyin karısı aslında bir Rum’ dur. Karısı ölünce Bahçivan bey onu kendi topraklarına, kendi inançlarıyla gömülsün diye çok uğraşmıştı. Çok zorda olsa izin alıp diğer tarafa geçen Bahçivan bey karısının yanına kendisi içinde bir yer ayırtmak isteyince Rumlar buna müsaade etmediler. Bunun üzerine Bahçivan beyde karısını alıp kendi evlerinin bahçesine gömmeye karar vermiştir. Ölünce kendiside karısının yanına gömülecektir.

Üç kız kardeşin sonlarından biraz bahsedecek olursak kanlı Noel’ de ortanca kız kardeş Semiha Huriyye İpçizade kaybolmuştur ve o gün bu gündür kendisinden haber alınmamıştır. Küçük kız kardeş ise hayatının son yıllarında sağlık sorunlarıyla uğraşmakta ve meme kanseri olduğunu, geç konulmuş bir teşhis olup Kıbrıs Barış Gücü’ nün desteği ile ameliyat edilmiştir ama kemoterapi görememiştir. Yetersiz tıbbi müdahaler sebebiyle çok fazla zaman geçmeden vefat etmiştir. Kız kardeşlerinin çocuklarına bakan büyük kız kardeş 1974 savaşından sonra Londra’ ya göç etmiş ve başına burada çeşitli olaylar gelmiştir. Bilinmeyen bir nedenle iç kanama geçirerek 73 yaşında hayata veda etmiştir. Ölümünden üç gün sonra Bahçivanları tarafından evinde ölü olarak bulunmuştur. Genel olarak roman Atlantis sorunu ve üç hanımların hayatı üzerine yazılmış çok sesli, çok şey söyleyen bir müze-romandır.

            Özellikle otobiyografik. Deneysel, belgesel niteliklere sahip bir romanda görsellik yepyeni bir katman olarak anlatma eklenecektir. Çok kültürlü, çok dilli, çok karakterli, çok zaman ve makanlı bir roman olan Sarı Kehribar’ da “roman’ ın kendisi, bir ortam oluyor ve kendi içerisinde yenilikçi deneysel bir dil yaratıyor.

Mehmet Yaşın bugüne kadar yazdıklarıyla ve son romanı “Sarı Kehribar”la ‘hafıza yolculuğu’ da demek olan yazın serüvenini, kendini aşarak yetkinleşen doğurgan bir ‘yazı şöleni’ olarak sürdürmekte. Romandaki arkadaş ise hayal mi gerçek mi bilinmemektedir.

Onun adı yoktur ve Rachel ile Aris’ in en yakın arkadaşı; üstelik başına gelen kazada aslında onun yazması için gerçekleşmişti.

KİŞİLER

ARİS PANTELLİS: Simera gazetesi yazarı.

RACHEL: Uzmanlık alanı Karşılaştırmalı Edebiyat, Aris’ in arkadaşı

MNEMOSYNE: Dokuz şiir persinin annesi, kendisini Nehrin sahini olarak tanıtan kişi.

BAHÇİVAN: Üç hanımların evine bakan kişi.

MARİA: Bahçivan’ ın karısı

PAN: Kahire’ de İngiliz Edebiyatı Profosörü ve alanı Modern Dönem.

AYŞENUR, EREN: Rachel’ in İzmir’ den gelen arkadaşları

KOSTAS: Muhabir

ESRA: Aris’ in arkadaşı

CAN: Atlantis ile ilgilenen Aris’ in bir başka arkadaşı

ÜÇ HANIMLAR:

Büyük Kardeş = Lamia Süreyya Hoca kendisi öğretmendir.

Ortanca Kardeş = Semiha Huriyye İpçizade

Küçük Kardeş = Ayşe İpçizade

YER-ZAMAN

Olay Lefkoşa, Girne, Neapolis(YENİŞEHİR)  bölgesinde geçmektedir. Lefkoşa Türk kesimi ve diğer taraf yoğunlukta geçmiştir. Geriye dönüşler çok olduğu için akronik zaman vardır. Kıbrıs sorunlarının yaşandığı zamanda geçer.

ÜSLUBU

Dili sade ve anlaşılır biçimdedir. Romanda geriye dönüşler olduğu için okuyucuyu biraz yormaktadır.

ROMANIN GENEL DEĞERLENDİRMESİ

Sarı Kehribar eserinde karakterler çok fazla yoktur, olay örgüsü daha alışılagelmiş bir şekilde sunulmuştur.Polisiye romanlara özgü bir giriş yapılmıştır. Yazar okurunu tarihin ve kültürün kollarına bırakıyor; gerçek ile kurmaca arasındaki serbest bölgede dolaştırıyor. Romanda cinsel içerikler yer almakta, fakat bu okuru rahatsız edecek boyutlarda çok kullanılmamıştır.

ANA DÜŞÜNCESİ

İnsanlar yaşadıkları olayları hatırladıkları kadar bilirler, herkez aynı olayı yaşasa da, onu kendisine göre hatırlar.

SOYDAŞINIZ BALIK BURCU

"Mehmet Yaşın'ın romanı Soydaşınız Balık Burcu'nun Cevdet Kudret Roman Ödülü'nü alması Türkiye'de bir tartışmayı ateşleyecek. Belli bir ülkede yaşayan, o toprağa bağlı insanlar yerine, her toprakta bir parça yaşayan roman kahramanları şimdi bu kitapla gündemde. Mehmet Yaşın'ın kozmopolit metropoliten roman tipleriyle Türk Edebiyatı'nda azınlık kişilerin roman dönemi başlıyor.. 'Köy romanın' yerini 'Şehir romanı' aldı derken, Mehmet Yaşın, yeni bir dönemi açan Soydaşınız Balık Burcu ile şehirli romanının pabucunu da dama atıyor. Onun yerine 'Global romanı' Türk edebiyatına getiriyor. Globalleşen dünyanın ilk roman kahramanı onlardır. 

Bu kitap biraz Kıbrıslı, biraz Levanten bir Türk şairinin sıradışı hayat kitabıdır.

Deniz’ in eski sevgilisi Mişel, James’ i daha yakından tanımak için onu kendi evine çağırmak istedi. James’ e otelde kalmana gerek yok gelip bende kalabilirsin demişti. Bunun üzerine James Mişel’ in evine gelmişit.

            Deniz’ in arkadaşlarıda James’ i merak ettikleri için onun gelmesini beklemişlerdi. Mişel ile James birbirlerini uzun uzun süzüyorlardı. Mişel, James’ e bakarken onun Deniz’ le nasıl seviştiğini düşünüyordu. Deniz telefonda Mişel’ e James ile çok benzediklerini söylemişti. Bunun üzerine Mişe’ de kafasında gerçekten de öylemiydi acaba diye düşünmeye başlamıştı. Giyim tarzları, neye ne zaman güldükleri herşeyleri aslında çok benziyordu. Yinede Mişel James’ e kendisi ile ilgili hiç bilgi vermiyordu. Deniz resimle uğraşıyor ama aslında oyuncu olmak istiyordu. James film yönetmeni olduğu için onun yapacağı bir filmde oynamak istiyordu.

            Deniz resim yapmayı bırakmıştı ve Mişel bu duruma çok üzülmüştü.Arkadaşları ile koyu bir sohbete girmişti Deniz. Bu güzel sohbete bi ara vererek Mişel ve Deniz mutfakta konuşmaya devam ediyorlardı. Mişel ona mutlu musun James ile diye sorular yöneltiyordu. Deniz ise bu durumu çok umursamayarak çok rahat bir şekilde Mişel’ in sorularını yanıtlıyordu. Alexsandros artık gitmesi gerektiğini söyleyerek oradan ayrılmıştı. Arkadaşı Ulus’ u karşılamaya gidecekti. Ulus’ un önerisi üzerine Mişel, Alexsandros, James gemiyle Trabzon’a gideceklerdi. James için bulunmaz bir fırsattı bu, çünkü film için güzel bir mekan bulmak isterdi ve bu seyahat onun için çok güzel olacaktı. Ulus resmi işlemler nedeniyle arkadaşlarına daha sonra katılacaktı.

 James Deniz ile tanıştıktan sonra Türkiye’ ye ilgisi gittikçe artmıştı. Fransızca konuşan ender İngilizlerden birisidir James. Mişel, Alexsandros ve James Trabzon’ a gitmek için vapura binmişlerdi. Kılık kıyafetleri yüzünden onları turist sanmıştı herkes. Türkler onları böyle sanınca konuşmak için yavaş yavaş onlara doğru yaklaşıyorlardı. İçlerinden birisi cesaretini topladı ve konuşmaya başladı. James ve bir Türk konuştular uzun uzun. Biz yabancıları çok severiz demişti adam. Kendilerini yabancılara öyle güzel tanıtıyorlardı ki; Türkler hakkında kötü bir izlenimleri olmasın diye çok çaba sarfediyorlardı. Mişe bu duruma çok sinir olmuştu ve daha fazla sessiz kalamamıştı. Adama dönüp biz Türküz dedi. Bunu duyan adamın yüz ifadesi hemen değişmişti ve yavaş yavaş uzaklaşmaya başlamıştı. O güler yüzlü adam gitti, yerine çatık kaşlı, huysuz ve de sinirli bir adam gelmişti. Adam hayretle süzüyor bunları ve içinden yabancı olmadıkları halde bu kılıkta ancak sapık, ibne, serseri sayılabilirler diye geçiriyordu. Gösterdiği saygıyı hemen geri almak çabasına girmişti bile. Küçümseyerek süzmeye devam etmişti onları. Adam yanlarından ayrılmak için fırsat kolluyordu ve vapur limana yanaşmaya başlayınca hemen oradan uzaklaşmıştı. Giderken James vedalaşmıştı ama adam Mişel ve Alexsandros’ u terslemişti. “Ananız gibi saç uzatacağınıza, babanız gibi bıyık bırakın” demişti. Bunun üzerine yol boyunca birdaha Türk olduklarını söylememe kararı almışlardı. Herkes onları yabancı sanacak ve saygı göstereceklerdi. James limana yaklaşınca aslında burasının da film için uygun olmadığını düşünmeye başlamıştı.

Bir yıl sonrasına gidecek olursak yine Alexsandros, Mişel, James ve Deniz Atina’ ya gitmek için yollara düşmüşlerdi. Burada kesinlikle Türkçe konuşmamaları gerektiğini söyleyen Alexsandros, taksiye bindiklerinde yalnızca kendisi konuşacaktı. Ama Deniz bu duruma oldukça sinir olmuştu. Türkçe konuşmak istediği için alış-verişe gittiğinde bile türkçe konuşarak kendisini tatmin ederdi. Deniz İstanllu elen bir aile dostlarını ziyaret etmek istedi, James istersen bende seninle geleyim demişti ama Deniz buna gerek olmadığını hemen geri döneceğini söyledi ve oradan ayrıldı. Deniz Atina’ daki misafirlik fasıllarından birini gerçekleştirmişti böylelikle. Marina teyze Deniz’ i görünce çok sevinmişti, Deniz’ de aynı şekilde çok sevinmişti tabi. Türkçe konuşuyorlardı ve Deniz uzun zamandır böyle huzur bulmamıştı. Bu ev ve eski hatıraları ona çok iyi gelmişti. Marina teyze İstanbul’ a olan özleminden bahsetmişti ve İstanbul’ a hasret öleceğini söylemişti. Dert yanmaya başlamıştı bu konuda. Uzun uzun anlatıyordu Marina teyze geçen zamanlarını, çoğunu anlattığını ututup tekrar ekrar anlatıyordu. Deniz ise hiç şikayetçi değildi bu durumdan, büyük bir keyifle dinliyordu teyzesini. Marina teyze kahve yapmak için mutfağa gitmişti ve Deniz bu sırada evi büyük bir dikkatle gözlemliyordu. O kadar özlemişti ki eski günlerini sanki hasret gideriyordu böylelikle evdeki bütün eşyalarla.

Deniz bu misafirlikte oldukça dinleniyor, iç huzura kavuşuyordu. Uzun zamandır böyle dinlenmemiş, böylesine huzur bulmamıştı. Marina teyze kahveleri yapıp gelmişti ve anlatmaya devam ediyordu. İstanbul’ daki ilk aşkından, ilk evliliğinden orada geçirdiği güzel günlerden ne varsa anlatıyordu. Sanki konuşmak için Deniz’ i beklermiş gibi büyük bir heyecanla ve istekle anlatıyordu başından geçen onca gerek güzel gerek acı günlerini belkide biraz abartarak anlatıyordu. Marina teyze Melina’ ya telefon ederek Deniz’ in geldiğini söylemişti.

Melina bu haberi alınca telefonu hemen kapatıp eve doğru yola çıkmıştı. O da Deniz’ i çok özlemişti elbette ve bu yüzden büyük bir heyecanla eve geliyordu. Melina eve varmıştı ve Deniz’ i görünce büyük bir hasretle onu kucaklamıştı. Birbirlerine övgüler yağdıran bu iki yakın arkadaş öyle çok özlemişlerdi ki birbirlerini hasret gideriyorlardı. Melina Deniz’ i kendi evinde yemeğe davet etmişti. Hem eşim Yorgos ile  tanışmış olursun hem de evimi görmüş olursun diyerek tuttu kolundan Deniz’ i yola çıktılar. Uzun uzun sohbet ettiler yolda. Eve gitmeden önce bişeyler almak için durdular. Melina uzun uzun anlatıyordu Atina’ daki hayatını, evliliğini ve bunları Deniz hiç sıkılmadan dinliyordu. Melina Pazar yerinde ne bulursa telaşla toplayıp alıyordu.

 Deniz ise gittikçe ağırlaşan çantaları taşımaya devam ediyordu. Melina eskiden Atina’ daki hayatın daha kolay olduğunu söylüyordu; eskiden bu kadar düşmanlık yoktu 1974’ ten sonra daha bi arttığını söylüyordu. Atina’ lı insanların aslında Türklerden korktukları için onları sevmediğini söylüyordu.

Tekrar bir yıl öncesine gidecek olursak Mişel, James, Alexsandros ve Ulus Trabzon gezilerini sürdürürlen onlara bakan tuhaf ve o zavallı bakışların altında ezilmekten bi kendilerini alamıyorlardı. İnsanlar sırf biraz saygı göstersin diye kendilerine Türk olduklarını söyleyemiyorlardı.  Aslında bu onlar içinde o kadar acıydı ki; sonuçta sırf insanlardan biraz saygı görmek için biraz olsun iyi bir muamele ile karşılanmak için kendi asıllarını saklamak zorundaydılar. Türk olduklarını öğrenenler onlara karşı o kadar saygısızca ve kötü davranıyordu ki, haklı olarak bunu saklamak istiyorlardı. İnsanların kendileri hakkındaki bu önyargılar oldukça rahatsız ediciydi. Mişel ve arkadaşları dinlenmek için bir çay bahçesine oturmuşlardı. Eser Mişel ve Alexsandros ‘ un Türklerle ilgili olan konuşmalarını daha doğrusu tartışmalarına dayanamayıp ormanlık alanda biraz dolaşmak için oradan ayrılmıştı. Alexsadros’ da onunla birlikte gitmek istemişti. Ormanda ahlak zabıtası dolaşıyordu ne Eser ile Ulus’ u ormanda görünce onların ahlaksızca bişeyler yaptığını iddia ederk bağırmaya başlamıştı. Ulus adama nişanlı olduklarını söylesede adam bunu hiç dikkate almamıştı ve Eser’ ehem hakaret ediyor hem de ona kendisi ahlaksızca yaklaşıyordu. Ulus nişanlısını korumaya çalışıncada onu elindeki silah ile öldüreceğini söyleyerek uzaklaştırmaya çalışıyordu.

Adam Eser’ e ahlaksızca yaklaşımda bulunmaya devam ediyordu. Giyim kuşamları yüzünden yabancılara benzedikleri için ve aslında Türk olduklarını öğrendiğinde adamın yaklaşımı gittikçe çirkinleşiyordu. Ahlak zabıtası olarak orada görev yapıyordu adında ama asıl ahlaksız olan kendisiydi. Üstelik Eser ve Ulus sadece biraz dolaşıp temiz hava alacaklardı ve hiç bir ahlaksızca yaklaşımda bulunmamışlardı. Adamın sadece Türk olduklarını öğrenince böyle bir yaklaşımda bulunması aslında onların gözünde de Türkler’ in o dönemdeki bakış açıları, toplumsal baskı ve kendilerine olan saygısızlığı gerçekten üzücüydü.

James yapacağı film için burasının da uygun olmadığını düşünüyordu. Aklında daha yaratıcı ve daha farklı yerler vardı. O yüzden bu geziye de burada son vermeleri gerekiyordu aslında. Toplumsal baskı, insanların birbirlerine olan saygısızlığı ama bir yabancı gördüklerinde onlara kendilerine bile duymadıkları saygıyı göstermeleri aslında ne kadar çaresiz olduklarının bir göstergesiydi.

KİŞİLER

MİŞEL: Romanın ana karakteri, hafızasını kaybetmiştir. Edebiyatla   ilgilenmekte. Deniz’ in eski sevgilisi.

JAMES: İngiliz, film yönetmeni ve Deniz’ in erkek arkadaşı.

MELİNA: Deniz’ in Atina’ daki en yakın arkadaşı.

ALEXSANDROS: Atina’ da gazeteci.

ULUS: Film yönetmeni ve doktor.

ESER: Ulus’ un karısı.

FORTUNAH: Mişel’ in devi.

KAYA: Muhafazakar devrimci ve Deniz’ in ilk sevgilisi.

DENİZ: Resim ile uğraşıyor, Mişel’ in eski, James’ in ise yeni sevgilisi.

MARİNA TEYZE: Deniz’ in Atina’ daki komşusu.

ANNA, İZAK, AVRAM, DAVİD, AVİ: Mişel’ in sınıf arkadaşları.

YER- ZAMAN:

Roman ilk olarak İstanbul, Trabzon, Tel- Aviv, Yerüşalim, Atina, Paris ve Londra’ da geçmektedir. İkinci olarak ise Lefkoşa, Girne, Lefke, Ankara ve İstanbul’ da geçmektedir.

ÜSLUBU:

Soydaşınız Balık Burcu, Yaşın’ın postmodern bir tarzda kaleme aldığı; farklı yazın türlerinin iç içe harmanlanmasından (öykü, masal, gazete yazısı, mektup, rapor vb.) müteşekkil, rengârenk bir karnaval çeşitliliğine haiz, parça parça bir roman.  

ROMANIN GENEL DEĞERLENDİRMESİ:

            Roman, Kıbrıslı Türk Memet ve Türk(iye) vatandaşı Musevi Mişel’in, ya da Mehmet Mişel’ in Mişel Mehmet’in karşı karşıya kaldığı aidiyetsizlik ve yurtsuzluk sorunsallarını, okuyucuda, neyin kimin, gerçek; neyin kimin, kurgu olduğu konusunda bir ikilem algı yanılsaması yaratacak bir biçim, biçemde kaleme alınmıştır.  Çoklu okumalara açık bir romandır, Soydaşınız Balık Burcu. Yaşın, bir mitin somutlaşarak vücut bulmuş hâli diye nitelendirilebilecek ulus devlet’in; etnik, dinî vb. açıdan azınlık olan “öteki”ni dışlayan baskısını, ve bu durum karşısında, azınlık mensubu bireyin, yaşamak zorunda kaldığı, gerek entelektüel gerekse ruhsal bağlamdaki çatışmalarını yansıtmaktadır ve daha birçok şeyi...

ANA DÜŞÜNCESİ

            Aslında bu romanda asıl olan insanların ilk izlenimlerinin kendi izlenimleri olduğudur. Yani insanlar öncelikle gördükleri gibi yargılıyor, kendilerine bile duymadıkları saygıyı yabancılara duyuyorlar. Ne yazık ki bu çok acı ama gerçek...

SINIRDIŞI SAATLER

Mehmet Yaşın'ın uzun bir aradan sonra yazdığı romanı Sınırdışı Saatler, bazı temel sorunları yeniden düşünmeye zorluyor. Bizimle aynı dili kullanan "Kıbrıslı soydaşlarımız"ın aslında bizden nasıl ayrıldıkları ve Kıbrıs halkının iki ayrı dili birleşik bir toplum oluşturduğu romanın ilk düşündürdükleri.Sınırdışı Saatler, günümüzde yeniden önem kazanmış olan Kıbrıs üstüne bizi bir kez daha düşünmeye çağırmakla yetinmiyor, kültürler arasındaki geçişkenlik ve kırılma noktaları üstüne düşünmeye itiyor. Farklı dillerin ve alfabelerin karışımının ulaştığı kendine özgü birliğin alışılmadık bir örneğini veriyor.Gene de siyasal tezleriyle sınırlı bir okuma, Sınırdışı Saatler'in yazan-yeniden yazan-yazılan üçgeni içindeki geriliminin gözden kaçmasına neden olacaktır. Burada da kurmaca içindeki oyunla yetinmiyor Mehmet Yaşın. Tersine, kurulu dizgelerin yazgısal olmadığını, sorgulanmaları gerektiğini anlatıyor.

Mehmet Yaşın, farklı düzeylerin bir arada okunmasını gerektiren bu zorlu romanında yazınsal olanakları sonuna dek kullanırken, görünenin öbür yüzünde duranı görmeye ve okumaya sürüklüyor okurunu. Kimlik sorununun ve onun oluşturucu güçlerinden olan dil ile yazınının bir kez daha derinlerine inmek için açılan bir kapı Sınırdışı Saatler.

"Sınırdışı Saatler romanıyla Mehmet Yaşin, Çağdaş Türk Romanı'nın yükselen duvarına önemli bir tuğla koyuyor. Bu tuğla çekilip alınsa yerine konabilecek benzeri bir roman yok... Farklı dil ve edebiyat kaynaklarından yararlanan Yaşın, özgürlüğüyle öne çıkan bir roman yaratmakla kalmıyor, Türkçe edebiyatın modernleşmesi konusundaki yerleşik anlayışı da Karamanlıca yoluyla sorguluyor."- Semih Gümüş"Yaşın, özellikle resmi kayıtların düşüldüğü, resmi tarihlerin yazıldığı dilin nasıl bir iktidar aracına dönüştüğünü, dilsel olarak ifade edilemeyenlerin nasıl 'sınırdışı' edildiğini vurguluyor Yaşın'ın romanında sadece bir siyasal alegori yaratmayı amaçladığını düşünürsek, romanın kurgusundaki oyunların roman içindeki gözden kaçırabiliriz."- Behçet Çelik"Sınırdışı Kitabı'nı çevirme sürecinde anladım ki, her insan, yabancı dilde basılmış bir kitaptır. Misail Oskarus da, Karamanlıca basılmış böylece okursuz kalmış kitap o son çıktır: 'Sınırdışı'dır."

Türk(iye) yazarları oradaki çözümsüzlüğü kabullenmiş, seslerini yükseltip 'hain' damgası yemekten çekinmiş, yeşil adayı yeşil üniformalılara terk etmişler. İşte bu nedenle şaşırtıyor vatanının neresi olduğunu bilemeyen bir adamın hayatını anlatan romanı.

Mehmet Yaşın bu romanı yazarken aslında kendisini anlatmaktadır ama bunu bir romankişisi üzerinden okuyucusuna sunmaktadır. Misail Oskarus, yani Mehmet Yaşın burada aslında kendisinin yaşamış olduğu zorlukları ve aslında yaşamak istediği hayatı romankişisi üzerinden anlatarak bir nevi empati kurmamızı sağlamaktadır. Hiç tanımadı birileri tarafından bir gece ansızın kapısı çalınır ve kendilerini askeri kuvvetlerden birileri gibi tanıtıp yazarımızı apar topar evden alıp bir araca koyarak götürürler.

Yol boyunca hiç konuşmayan bu insanların aslında kimler olduğunu bilmeyen yazarımız bir yeraltı mağarasına ya da buraya bataklık demek daha doğru olacaktır ki öyle bir yere getirilir. Burada çok kötü karşılanır ve kimseden aslında istediği açıklamayı alamaz. Sorgu odasına götürüldüğünde buraya neden geldiğini ve neden böyle bir muamele gördüğünü anlamaya çaışırken güvenlik görevlilierine beni buraya neden getirdiniz acaba diye sorular yöneltmektedir.Hiç birinden cvp alamazken buraya seni biz getirmedik diye bir görevli sorusuna cevap verir. Romankişisi hayır buraya beni sizin gönderdiğiniz adamlar getirdi, nasıl olurda şimdi biz getirmedik dersiniz diye cevap verir. Bizim getirdiğimizi de nerden çıkardınız öyle mi dediler diyince romankişisi şaşırır ve hayır aksine hiç konuşmadılar der. Daha sonra her kilik gösterenlere inanıp söylediklerini yapmamalıydınız derler. Burası çeşitli yazarlar ve memurlarla dolu bir batakhane. Öyle pis bir yer ki normal şartlarda asla bir insanın yaşanması mümkün olmayan bir yer.

Yazarımız buraya sadece kitap yazdığı için mi gelmişti, tek suçu bu muydu? Burada yaşamanın imkansız olduğunu düşünen yazarımız kurtulmanın bir yolunu bulmalıydı. Ama etrafına bakınca buradan kurtulmak isteyen fakat hiç bir zaman istediğine ulaşamayan ve çeşitli işgencelerle yarı ölü insanlarla dolu bir yerdi burası. Kendisini kurtarmak için Avukatı gelmişti sonunda. Acaba burada olduğumu kimden ve nasıl öğrenmişti diye aklından geçirmekteydi romankişisi.

Avukatı ile bir oda da konuşmaya geçen romankişisi o kadar yorgundu ki avukatını dinler gibi yapıyordu ama aslında ayakta uyuyordu. Çünkü kaldığı koğuşta uyumak mümkün değildi. Tıpkı bir kümes gibi bölmeleri olan bu koğuşta insanlar hiç kıpırdamadan yatmak zorundaydılar. Avukat izin kağıdı ile romankişisini buradan çıkaracaktı ve onları bir gemiye bindirmişlerdi. Burada yalnız olduklarını sanan romankişisi aslında yalnız değildiler. Gemide onun gibi birkaç yazar daha vardı. Sadece yazar oldukları için böyle bir muameleye maruz kalmalarıda ayrı bir üzüntüydü...

Mehmet Yaşın'ın Sınırdışı Saatler'i, dilini ve yurdunu arayan Kıbrıslı bir adamın trajedisini gerçeküstü bir anlatımla ifade ederken, anlatım tekniği mevcut durumun akıldışılığı ile tamamıyla örtüşüyor. Sınırdışı Saatler, Ada özelinden yola çıkarak yapılmış en radikal savaş ve militarizm eleştirilerini barındırıyor. Kıbrıs'ta doğup büyümüş insanların vatansızlıklarını, iç ve dış dünyalarını, savaşın, şiddetin ve düşmanca duyguların birey ve toplum üzerinde yarattığı travmaları sergileyen hikâyeleri için 'şaşırtıcı' nitelemesini kullanmak doğru olacaktır.

Sınırdışı Saatler' dilini ve yurdunu arayan Kıbrıslı bir adamın trajedisini gerçeküstü bir anlatımla ifade ediyor.

KİŞİLER

MİSAİL OSKARUS: Romankişisi yani yazarımız Mehmet Yaşın.

MARJORİ: Mehmet Yaşın’ ın sevgilisi.

İYİ KALPLİ ROMAN PERİSİ: Romankişisine yardım eden küçük kız çocuğu.

AVUKAT: Romankişisini kurtaran kişi.

GÜVENLİK GÖREVLİLERİ: Romankişisini bataklığa götürüp sorgulayan kişiler.

YER- ZAMAN:

Olaylar Kıbrıs’ ta Ada genelinde geçmektedir.

ÜSLUBU:

Dili sade ve anlaşılır biçimdedir. Günlük tarzında yazıldığı için okuyucuyu sürüklemektedir.

ROMANIN GENEL DEĞERLENDİRMESİ:

Eser tam bir üst kurmaca harikası olup, akıl oyunları ile dolu bir eserdir. Dil oyunlarının ziyadesiyle kullanıldığı görülmektedir. Zaten dilin önemine vurgu yapmak isteyen yazarımız bunu çok güzel bir şekilde yansıtmıştır. Romanda İngilizce, ve Yunanca kelimeler bulunmaktadır. Ama bu durum okuyucuyu sıkmamaktadır.

ANA DÜŞÜNCESİ

Kimlik sorunu yaşayan insanların aslında olmaları gerektiği insanlar olmayıp bir rüya aleminde yaşayıp Vatanlarını terk etmeleri ve bu sorunun ne kadar acı ve üzücü olduğu bir gerçekle karşı karşıya kaldığımız bu dönemlerde bu kimlik sorunun artık olmaması gerektiğini ve bunun için ne gerekiyorsa yapılması gerektiğini düşünüyor ve sebep olan unsurlarında ortadan kaldırılması gerekmektedir.

MEHMET YAŞIN’ IN HAYATI, EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ

Mehmet Yaşın İngiliz yönetimi sona ermek üzereyken Lefkoşa’nın kozmopolit mahallesi Neapolis’te doğdu. 1976’da Türkiye’ye gelerek, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde siyasal tarih mastırı yaptı. 1986’da İngiltere’ye gitti ve Birmingham Üniversitesi Bizans-Osmanlı ve Modern Yunan Eğitimleri Merkezi’nde yükseklisans eğitimini sürdürdü. 1990’da Atina Üniversitesi’nde Yunan dili ve edebiyatı dersleri izledi. Çokkültürlü Kıbrıslı ve Türk edebiyatları konusundaki çalışmasıyla Londra Middlesex Üniversitesi’nden doktora derecesi aldı. Cambridge, Marsilya, Berlin gibi kentlerde, konuk yazar programları çerçevesinde ikamet etti. Halen yaşadığı Lefkoşa, Londra ve İstanbul’daki bazı üniversitelerde zaman zaman edebiyat dersleri verdi. Yapıtları 20’den fazla dile çevrildi. Çin’den kuzey ve güney Amerika’ya, Baltık ülkelerinden İtalya’ya, Almanya’dan İsrail ve Mısır’a, birçok ülkede edebiyat konferanslarına ve okuma günlerine katıldı.

EDEBİ KİŞİLİĞİ VE SANATI

Mehmet Yaşın, edebiyata gönül veren sınırlı kişiler arasında yer almaktadır. Eserlerinde genel olarak hep Kıbrıs sorunlarına değinmiştir. Kendine özgü bir dil ve anlatımı vardır. Eserlerinde Kıbrıs ağız özelliklerini görmek mümkündür. Bunun yanında İngilizce, Yunanca gibi yabancı sözcükler hayli çok olsa da okuyucuyu yormamaktadır.

Eserlerinde kurgunun önemini görmek mümkündür. Okuyucu ile akıl oyunları oynayan yazarımız başladığı eseri bitirme kaygısı gütmemiş eserlerini hep okuyucunun zihninde devam ettirmesini sağlamıştır.

ESERLERİ

Romanları: Soydaşınız Balık Burcu (1994) (1995 Cevdet Kudret Roman Ödülü), Sınırdışı Saatler (2003), Sarı Kehribar (2014).

Şiir kitapları: Sevgilim Ölü Asker (1984) (1985 Akademi Şiir Ödülü/A. Kadir Ödülü), Işık-Merdiven (1986), Pathos (1990), Sözverici Koltuğu (1993), Hayal Tamiri (1998), Adı Kayıplar Listesinde (2002)

Toplu şiirler: 1977-2002 (2007), Turuncu Kuş (2007), Kalbi Durmuş Zamanda (2009), Evden Kaçan Çocuk (2013), Dokuz Şiir Kitabı – Toplu Şiirler: 1975-2013 (2014).

Deneme, eleştiri ve incelemeleri: Kıbrıslıtürk Şiiri Antolojisi (1994), Poeturka (1995), Eski Kıbrıs Şiiri Antolojisi (1999), Step-Mothertongue – From Nationalism to Multiculturalism: Literatures of Cyprus, Greece and Turkey (2000, Londra), Kozmopoetika (2002 )

Diller ve Kültürler Arası Bir Edebiyat İncelemesi: Kıbrıs Şiiri Antolojisi: MÖ 9. yy.-MS 20. yy. (2005) (2005 Memet Fuat Eleştiri ve İnceleme Ödülü), Toplu Yazılar: 1978-2005 (2007).

banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.