banner913
banner932
banner1012

Kültür-Dernekcilik-Dergicilik

banner1020

banner974
Kültür-Dernekcilik-Dergicilik

banner971

 

II. Mehmed Fatih adını alacak olan Osmanlı Sultanı, Padişâhı, şehzâdeliğinde Hocası Ak Şemseddin ile derstedir. Kır’da, At sırtında yârenlik ediyorlar başkent Edirne’de. Yolda bir gölet içindeki sazların su yüzünde kalan kısımlarının kurumaya yüz tuttuğunu gören Ak Şemseddin, “vah”, der, “bu kış kurak geçti, sazlar kurumuş”. Şehzade Mehmet bilgiçlik taslayarak: “derya içredirler ya!” Su içinde olanın dışındaki kısmı kurumaz demek istiyor. Bilgin, sabırlı deneyimli. Geçiştirir. Bir Osmanlı Atalarından, bir komşu kefere tarihlerinden anlatmayı sürdürür. Dersine devam eder. Bir ara, önlerine Meriç’e katılan bir çay çıkmış, atlar yorulup susamışlardır. Su içmek üzere durup eğildiklerinde Ak Şemseddin şehzadenin atının gemini çekerek: “derya içredirler ya” deyiverir: hep aşağıdan değil, aynı zamanda yukarıdan!

Öğrenmenin Poetikası üzerinedir.

Kadim Yunanca ve Kadim Latince’nin ortak sıfatlarındandır Poetika. Şiir’in değerlendirilmesi, anlamlandırılması, yorumlanması (=okunması) ile ilgili bilgi dalı. Şiirde güzel, hoş, süslü olanla ilgili sıfat bakımından değil, isim olarak bizi ilgilendiriyor. İsim olarak Poetika: estetik dediğimiz daha geniş felsefî araştırma alanının bir kolunu oluşturan teknik bir terim. Geleneksel olarak sanatın doğasına, işlevine ve değerine odaklanmış bir düşünce. Geleneksel, yani Aristoteles’le başlayan klasik tanımı şu. Poetika: şiir ve drama (özellikle trajedi) kompozisyonuyla ilgili kuralların oluşturulmasıyla ilgilenirdi. Modern çağlarda, artık genel olarak edebiyatın çözümlenmesi-değerlendirilmesiyle ilgilenecek, roman, otobiyografi gibi farklı edebiyat türlerini (ürünlerini) de kapsamak üzere alanını genişletecektir. Ben Poetika’nın ilgi alanını, öğrenme[k] poetikası, kültür poetikası, dahası örgüt-örgütlenme poetikası etiketleriyle daha da genişletmek istedim. Öğrenmeye alışılamadık bir açıdan bakmak istedim. Öğrenme aslında etkin ve yaratıcı bir süreçtir ve bilinçli olsun/olmasın; varlığımızdan sürekli olarak anlam çıkarmak, hayatımızdan sürekli olarak, kesintisizce bir şey[ler] yaratmak etkinliğidir.

Öğrenmek: anlam oluşturmak, bir hayat oluşturmaktır.

Biz, kendimiz: öğrendiğimiz şeyleriz. Kendimizi ve çevremizi: yaşadığımız dünyayı, toplumu ve doğayı örgütleriz, yeniden örgütleriz. Üretir, yeniden üretiriz. Bu olasılıklar dünyasında oynayan oyuncular, hikâye anlatıcılarıyızdır.

Öğrenme psikolojisi ve öğrenme politikası ile bütünleşik bir süreçtir bu. Kişisellik ve siyasallık: hikâye etme biçimimizi, doğrudan kendimizi anlama biçimimizi etkiler. Kendimizi anlama biçimimiz de davranış biçimimizi doğrudan etkiler. Davranış biçimimiz de dünyanın durumunu doğrudan etkiler

Düşüncemizi ve davranışımızı belirleyen kullandığımız araçlardır.

Harmanını kağnısına yükleyen Köylü, asfaltı aşıp karşıyakadaki köyüne gitmek isterken, üstü açık 500 Mersedes ve yanında üstü açık sevgilisi ile saatte 160 km hızla gelen delikanlı kısa sürede karşı karşıya gelirler. Delikanlı: Gusbo bunlar, kağnıyla asfalttan karşıya geçilir mi? diye düşünürken, köylü:felah babasının malında gidiyor sanki, deli mi bu? diye düşünecektir.

Köylünün ekini de harmanı da Allah’a havale olduğu, yağmura ve rüzgâra bağımlı olduğu için Allah ile Köylü, İnanç-din ile köylü arasındaki mesafe çok kısadır. İşçi? Elinde kumpası, ölçüyor; şartere basıp kesiyor, biçim veriyor. Dedesinin dedesi gibi, o da, Üretirken yarattığının bilincinde. İşçi ile Allah arasındaki mesafe açılıyor. Tarım, kır, kapalı, geleneksel toplum ve insanı tutucu iken; Sanayi, kent, açık toplum ve insanı devrimci sayılıyor.

Alışkanlık düzeyine çıkmış bir davranış biçimi, sıradan durumlarda tepki verme biçimlerinin düzenlenmesi, ilişkiler içinde yer ve rol almanın biçimleri ile önümüze çıkan TARİH: insan hafızasının kaçınılmaz kusurlarıyla zedelenmiş, çarpıtılmış, süslenmiş; özetle kurgulanmış olduğu için, olguların ve şeylerin gerçekten ne olduğuyla, olayların nasıl ve neden geliştiğiyle bağlantılarını bakar-kör-olmadan bilince çıkarmak kolay değil.

Kefere, yani Hrıstiyan Avrupa toplumunda İbadet, Kilisedeyse, haftada bir güne sığdırılınca toplumdan koparılmış oluyor. Sanatın müze tapınağına haps edilmesiyle de sanat toplumdan koparılmış, yalıtılmış oluyor.

Öğrenmenin Poetikası işte böyle bir şey. Hayata: kişiye: bireye, topluma, doğaya bakarken Yeni bir Açıdır.

Konuşmak büyük tedavilerdendir. Yazmak, iki kez okumaya bedeldir. Üstelik kalıcıdır. Ha-yat. Hayat. Dört ayaklı yeleli. Yakalayana aşk olsun.

Okuma Geleneği, Okuma Disiplini edinirken de, ağır roman’larla, bilim eserleriyle başlamayacaksınız. Hafif’lerinden, kolay okunur ve kısalarından meselâ.

Yaratıcı Düşünce, Yaratıcı Davranış?

Henüz bize misafir olmamıştır.

Oysa Osmanlı İmparatorluğu’nun ömründen daha uzun bir süre önce, Mevlâna Celâleddin Rûmî söylemişti:

“YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK LÂZIM”.

Kimin eteğinde dökecek taş’ı, söyleyecek söz’ü var?

Kıbrıs’ın kurtarılacak Kültür Mirası var mı? İngiliz’in çalıp götürmediklerine Mirâs demek zorunda bırakılmışlık nasıl okunmalı?

Basılı günlük gazete koleksiyonumuzu Ömer Sami Coşar’a vermişiz, 1974’te.

Hafızamız eksik. Ömer Sami coşar ölmüş.

Mirasımız ne menemMirâs’tır Allah aşkına.

Kıbrıs’ta bir zamanlar ağaç dikecek yer bulunmazmış. Şarapları dillere destanmış. İpeği, Balı, Kıbrıs Oğulu, Tütünü, Zeytin Yağı… üzerineefsânelerle yetiniyoruz. Yazlı Literatürümüz yok.

Adını bakır’dan almış bir Ada’da ne Bakır, ne Altın… artık yok.

Neyi, nasıl… koruyacağız?

“DERGİCİLİK, YAZARLIK, OKURLUK

Görevleri, Sorumlulukları Üzerine Aykırı Düşünceler

Arapça Mecmû’ kelimesinden geliyor Mecmûa’.

Mecmû’: toplanmış, bir araya getirilmiş, tümü, hepsi demek. Mecmûa’ ise toplanmış, bir araya getirilmiş‘in karşılığıdır. Türkiye ve Kıbrıs Türkçeleri’nde seçilmiş yazılardan bir araya getirilmiş kitâb, dergi, cönk, şiir antolojisi’neMecmûa’ diyoruz. Demek yazarları, şâirleri, çizerleri, bilginleri, düşünürleri, aydınları bir araya getiren, toplayan; ama seçen, ayıran bir dövüş, mücadele; yanlışı yenmek, güzeli, doğruyu, haklıyı, üstün kılmak seferberliğinin meydanı, platformu olmak isteyen bir yayın organı olmak istemelidir Dergi[ler]. Demek eteğimizde dökeceğimiz taş[lar], söyleyecek söz[ler], tez[ler] olmalıdır.

Bir taraftan okumadan âlim, gezmeden seyyahızdır. Öte yandan, sonradan ayağımıza düşüreceğimiz taşları kaldırmak heveskârlığımıza, kendi düşüncemize, kendi anlayışımıza, kendi ahbaplarımıza âşığızdır. Hele siyâset boyutlu olanlarına… tutkulu perçemizdir.

İnanma[k], İnanç deyince hep: Dîn anlıyoruz. Yaptığı işin doğruluğuna, güzelliğine, özgünlüğüne, haklılığına, gerçekliğine… inanan, bu Yol’da özveri ve sorumlulukla düşünüp davrananları görmezden geliyoruz.

Kendimizi tanımak, tanıtmak; bizi biz yapan kalitelerimiz üzerinde düşünce ve davranış üretmek, bu Yol’da tartışmak [münakaşa (irdeleme), mübâreze (mücadele), müzakere (görüşme, oylaşım, oydaşım) … larabaş vurmak] kültürümüzde pek misâfir olmamıştır.

İnternet Röntgenciliğine hayranlığımız gittikçe koyulaşıyor. İnternet Hırsızlığı ile (yırt-yapıştır…) aşılanmışlığımız derinleşerek sürüyor.

Bir sorun[umuz] yoksa mutluyuz. Sorun çıkınca mutsuz oluyoruz.

İnsan’â yakışır durumlar mı bunlar?

Ortak kararla, uzun vâdeli planlar-programlarla, kalıcı kapasite gelişimine yol açacak Derlenmek-Dergilenmek, Dergi Çıkarmak, Ortak Diller’e ulaşmak… istiyor muyuz?

Doğruluğuna, güzelliğine, özgünlüğüne, iyiliğine, haklılığına, gerçekliğine, kalıcılığına… inandığımız düşünce-davranışların bizim tekelimizde olmadığını-olamayacağını aklımız almıyor. Başkalarının da, Başka Dergilerin de doğru, güzel, özgün, iyi, haklı, gerçek, kalıcı… olabileceğini aklımız almıyor.

Aslında böylece İkna etmeye gücümüzün, bilgimizin, sabrımızın, çabamızın yetmediğini itiraf etmiş olmuyor muyuz?

Ülkemize baksak. Bakış Açılarımıza, Bakış Nedenlerimize, Bakış Zamanlarımıza göre görecek olduklarımız değişir. Üstelik gördüklerimizi de sınıflandırmamız gerekir.

Terk Edilmişlikleri ile Lefkoşa, Kıbrıs’ın Kuzeyi’nin panoramasına en çok benzeyen yanıyla, bir Dernekler Mezarlığı‘na benzetilebilir. Olmayan Telefon Rehberi’ne bakamayız. Dernekler Masası’na kayıtlı kaç dernek var? Kaçının adresi PK (=Posta Kutusu) ile sınırlı? Kaçının sokak ve/veya cadde üzerinde görünür-okunur “tabella”sı var? Kaçı gerçekten AKTİF? Bu Dernek Enflasyonu, kiraların yüksek oluşunda ne oranda pay sahibi? Bu Dernekler hangi alanlarda faal? Hangi Hizmetleri sunuyor? Daha önemlisi:

DERNEĞİ KURULMAMIŞ SORUNLARIMIZ HANGİLERİDİR?

Kuzey Kıbrıs’ta kaç Lise var? Bu liselerin hangisinde bir Felsefe Kulübü kurulmuş? Matematik Kulübü olan Lise var mı? Felsefe Kulüpleri Platformu, Matematik Kulüpleri Platformu, Satranç Kulüpleri Platformu? Var mı? Grevci Öğretmenlerin ve Devrimci Sendikaları… nın yüzleri kızarır mı?

Soru sormaktan çekinmek, korkmak olmaz. Soru yanlış sorulmuşsa, cevabında düzeltirsiniz.

Neden bir yeni dergi “çıkarılır”?

Yazılı Kültür’ü bu denli “azgelişmiş” bir coğrafyada, okuma ve yazma geleneği kurulup gelişmesi henüz emekleme konağını-çağını yaşayan bir mekânda, tutup bir yeni dergiyi yayına sokmak cesaretini, cüretini gösteren arkadaşlara umutsuzluk aşılamak için kaleme sarılmış değilim.

Yazılı basınımızda, dergilerimizde okur köşeleri, okur sayfaları geleneği kurulmuş mudur? Okurlar, Okur Görevlerinin Bilincinde midir?

Acıkan yer. Susayan su içer. Çalışıp yorulan dinlenir, uyur.

Pek iyi: hangi ihtiyaç bizi dergi yayınlamayı göze aldırıyor?

Yüz yıldır, Yirmi yıldır, On yıldır yayınını sürdürebilmiş kaç dergimiz var? İnsan boşanmak için mi evlenir?

Hangi kültürel, estetik, edebî, sosyal, iktisadî, siyasî… sorunumuza merhem olacak çıkarılan Dergi? Sürekliğini sağlamak için ne tür gerekirler, gerekçeler… söz konusu?

Hangi alanlarda, hangi konularda… yoğunlaşılacak?

Derginin Profili? Kime seslenecek? Kimlerin okumasını istiyorsunuz ve okunmasını nasıl sağlayacaksınız? Kimleri kucaklayacak Dergi?

Teorik Hazırlıklar yeterli ve gerekli düzeye erişmiş mi?

Temel Soru[n] budur:

Teorisi Kurulmamış Girişimlerin Yarını olmaz.

Kumaşı kesmeden defalarca ölçmek gerek. Terzinin ilk, esaslı görevi bu.

Kulak dışarıda, göz içerde tutulmuş.

Duyanınız, göreniniz, okuyanınız ve taşlayanınız… çok olsun.

Taşlayanınız? Meyve vermeyen kiraz ağacına taş atan olmaz.

banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.