banner913
banner932
banner1012

KIBRIS'TA ESKİ RAMAZANLAR

banner1020

banner974
KIBRIS'TA ESKİ RAMAZANLAR

banner971

 

Kapınızda AY var
Ucu kızıl yay var
Peygamberin saçağında
Bize verilen pay var
Ya ramazaaaan!

Biz de sizi bay gördük
Aya Güne tay gördük
Az verenin kızı olsun
Çok verenin oğlu olsun
Ya ramazaaan!

Hemen her toplumun, her ulusun kendine özgü önemli saydığı bayramlar vardır. Bunlar dinsel ve ulusal bayramlardır. Bizim burada değineceğimiz, dinsel bayramlar olacaktır.

Bu bayramlar Remezan Bayramı ile Hacılar Bayramı’dır.

Kıbrıs Türkleri arasında Şeker Bayramı tabiri çok yenidir ve fazla yaygın değildir. Kurban Bayramı’na hem Hacılar Bayramı, hem de yerli söyleyişle Gurban Bayramı denmektedir.

Eski günlerde Üç Aylar’da pazartesi ve perşembe günleri ile tüm ramazan ayı boyunca oruç tutma çok yaygındı. Tutamayan kişilerin de hiç değilse gün boyunca aleni yerlerde yeyip içmedikleri dikkati çekerdi. Çeşitli toplumların yaşadığı Kıbrıs adasında Müslüman Türkler Anadolu'daki gibi giyindiklerinden Hıristiyanlardan kolaylıkla ayırt edilebilirlerdi. Bu itibarla Ramazan günü sokakta aleni oruç yenmez, yiyen olursa o günlerin güvenlik kuvvetleri olan polisler tarafından hapse atılır ve ancak bayram sabahı salıverilirdi. Kısacası oruç ve oruçluya saygı vardı. Yaz aylarına tesadüf eden ramazanlarda işler ona göre ayarlanmakta, kırk, kırk iki dereceyi bulan sıcak saatlerde gerekmeden, sokağa çıkılmamaktaydı.

Eski ramazanlarda Türk mahallelerinde iftar topuna doğru bir canlılık göze çarpardı. Gereksinim duyulan şeyler için alışverişe çıkılır, eve dönülür ve sabırla iftar topunun atılması beklenirdi. Başkent Lefkoşa’da iftar topu uzun yıllar tarihi Girne Kapısı’nın yanındaki sur’un üzerinde atılmaktaydı. 1974 yılından sonra Mücahitler Sitesi’nin bulunduğu burçta yeni açılan Milli Mücadele Müzesi’nin yanında; birkaç yıl Haydarpaşa Ticaret Lisesi'nin arkasındaki boş alanda ve 1982 yılından beri Türk Maarif Koleji'nin önündeki arsada atıldığı görülür. İftar topu 1974 yıllarına kadar ağızdan dolma idi. İçerisine barut, bez parçaları, kağıt parçaları ve alçı konur, iyice sıkıştırılarak ateşlenirdi. 1974 yılından bu yana ağızdan dolma iftar topu, yerini, askeri toplardan birisine devretmiştir. İftara doğru landrover tipi bir aracın arkasına takılan top boş arsaya çekilir ve çekirdeksiz mermi patlatılarak, daha gür bir biçimde, tüm kentte yankılar yapan bir ses çıkarılır.

Günümüzde gençler arasında oruç tutanların sayısı parmakla sayılabilecek kadar azdır. Buna rağmen yaşlılarımız, çoğu eski geleneklerini sürdürmektedirler. Bu yüzden hemen her evde, hiç değilse bir oruçluya rastlamak olanağı henüz mevcut.

Ramazan akşamları topu işitmeyenlerin minarelerdeki kandillere bakarak da iftar ettikleri görülür. Günümüzdeki teknik ilerlemeler sayesinde gerek radyolardan, gerekse televizyonlardan iftar vaktini almak mümkün.

Eski günlerin yağla yanan kandillerinin yerini elektrik lâmbalarının almasına rağmen, halkımız, hâlâ eski alışkanlıkların etkisiyle Gandiller yandı der.

İ f t a r  S o f r a s ı :

Oruç, mutlaka besmele çekerek ve çoğu kez bir kara zeytinle açılır.

Parmağını tuza batırarak  iftar edenler olduğu gibi, çorba ile ya da hurma ile yemeğe başlayanlar da vardır. Oruçlu olan, iftar topu ile birlikte mutlaka orucunu bozmalıdır. Bekletme hoş karşılanmaz, hatta günah sayılır.

Mevsimine göre çorbalar, sebze yemekleri, etliler, pilavlar, börekler, çörekler ve çoğu zaman kıymalı yumurta iftar sofralarında bol ve çeşitli olarak yer almaktadır. Hele Remezan Çöreği mutlaka bulundurulurdu. İftara doğru hemen her sokaktan bir çörekçi geçer. Halk garaçoçolu (çörekotlu) Remezançöreği’ni, hele Kıbrıs’ın ünlü peyniri, hellimle mutlaka tatmak ister.

İftar sofrası eskiler kadar değilse bile günümüzde de zengindir. Eski günlerde bu sofralara yalnız oturulmaz, mutlaka akrabalar, eş dost davet edilir; birlikte yenir, içilir, teravih namazına gidilir sonra sahura kadar eğlenilirdi. Bu zengin iftar sofralarından yoksulların da nasibini aldığı, görülürdü.

Eski iftar sofralarına davet eden zenginlerin davetlilerine Diş Kirası verdikleri de, bilinen gerçekler arasında.

İftar sofralarındaki tatlılar arasında mevsimine göre kaymaklı Sini gadmeri, Samsı, Egmeg gadeyifi, Simid helvası, eski günlerde keçiboynuzu, yani harup pekmezinden unla yapılmış Topag helvası, Gayısıdadlısı ve Güllaç başta gelir.

Kıbrıs'ın kuru kayısısından yapılan ve pişerken yedi mahalleye kokusu yayılan çekirdekli kuru kayısı tatlısını yağlı kuzu etiyle ve yemek gibi pişiren köylülerimiz vardır. Kentlerde daha çok etsiz hazırlananı tercih edilir. Son otuz yıldan bu yana bu kayısıya pi-yasada pek rastlanmaz oldu.

Eski günlerde, gerek iftarda, gerekse sahurda yenen yemeklerin pişerken etrafa yayılan kokuları bir başkaydı. Hele Lefkoşa ve Mağusa gibi surlarla çevrili Türk kentlerinin tipik dar sokaklarında insan Halep yağı kokusundan mest olurdu. Bu yılların diğer bir özelliği de gece yarısına doğru Sahurcuların çıkması ve halkı sahura kaldırması idi.

Halkın bir kısmı sahura kadar yatmaz, teravih namazından sonra ya evde ya da dışta yer alan çeşitli eğlencelerle ayakta kalır, sahur yer, ona göre yatardı. Ramazan aylarında evlerdeki eğlencelerin başında kadınların düzenlediği Yumurtacı Oyunu, Değirmenci ve Fincan Oyunu gelirdi.

Sahurcular üç kişiden oluşmaktaydı.

Birisi davulu, öteki zurnayı çalar; üçüncü kişi de fener taşıyarak eskinin karanlık gecelerinde yolu aydınlatırdı.

Maniler okuyarak halkı sahura kaldıran ve her kapıda bir ya da iki mani okuyan sahurculara halk, armağan olarak türlü yemekler, tatlılar verirdi.

Birkaç sahur manisi :

‘Yenyi Cami’ diregisder
Söylemeye yüregisder
Benim garnımtogdur amma
Arkadaşım büregisder.

Remezan geldi gidiyor
Bizleri mahzun ediyor
Ayasofya’nın gandilleri
Sövündübragdı gidiyor.

Davulumun ardı gövşeg
Pirelere yazdım döşeg
Arkadaşımı sorarsan
İki gulaglı bir eşşeg

Davulumun ardı yeşil
Gag Ayşeli pilâv bişir
Benim garnımtogdur amma
Arkadaşımın garnını şişir.

Eski ramazan gecelerinde sahurculardan başka minarelerde sahur okuma geleneği de mevcuttu.

İslâm âleminin bu son derece kutsal ayı, bölgelerin varlıklı Müslüman Türklerini harekete geçirir ve dayanışma ruhunun güzel örneklerinin sergilenmesine vesile olurdu. Bir ay ramazan boyunca yoksullara çeşitli gıda maddeleri, giysi ve para yardımı yapanlar çoktu. Ambarlarını ardına kadar açarak bütün ramazan boyunca Limasol kentindeki Türk - Rum bütün yoksullara yardım dağıtan merhum Hacı Said Efendi bu hayır sahibi kuşağın, tahminen altmış yıl kadar önceki son temsilcilerindendi.

Eski ramazanlarda oruç, teravih namazı ve çeşitli yemekler, tatlılar yanında ramazan eğlencelerini de biraz olsun hatırlamakta yarar vardır. Özellikle Garagöz bu eğlencelerin başında gelmekteydi. Kent olsun, köy olsun, genişçe bir kahvehane köşesi halk sanatçısı karagöz ustasına yeter de artardı. Kentlerde para, köylerde para yanında çocuklarca birer yumurta verilerek de izlenen oyunlar çok ilginçti. Videosuz, sinemasız, radyo ve televizyonsuz insanlar için bu ve benzeri eğlencelerin zevkini yaşamayan tahmin edemez.

Limasol'da tahminen altmış yıl öncelerine kadar meslek icra eden Karagöz ustaları Kani Usta ile Binatlılı Ali Garabacak veya diğer adıyla Ali Hoca idi. Bunlar yanında Mehmet Kafa adındaki sanatçının da Limasol’a gidip Karagöz oynattığı bilinir. Kâni Usta’nın Karagöz oynattığı yer Arnavut Mahallesi’ndeki dörtyol ağzında Gırmızının Gahvehanesi idi. Yaz akşamları günümüzde Şehitlik olan yerde, açık havada meslek icra ederdi. Dört Fenerler köprüsü yanındaki Hacı Yahya’nın Gahvesi de Karagöz yeri idi.

Lefkoşa'da önemli Karagöz kahvehanelerinin başında Asmaaltı Çarşısında Pehlivan Ahmet'e ait Pehlivanın Gahvesi gelmektedir Diğer Karagöz kahvehaneleri Sarayönü Merkez Polis Binaları karşısındaki Mulla Hasan'ın Gahvesi ile Polisin arka sokağında Mahmut Paşa mezarının karşı köşesinde Şenliklinin Gahvehanesi idi. Bu yere Meyhaneci Hasan'ın Gahvehanesi de denirdi. Yine Şeher'de Karagöz oynatan diğer kahvehaneler :

Fellâhlar Sokağı’nda Ramadan’ınGahvesi; Atatürk Meydanı’nda Hakim Fuat Bey'e ait olup da Haşim Ağa'nın çalıştırdığı kahvehane; Girne Kapısı'nda Söğüd'ün Ahmet'in Gahvesi.

Karagöz ustaları yanında meddahlar da vardı. Halk ozanı Aynalı ile Meddah Mustafa Dayı; Meddah Mehmet Dayı bunlar arasında Eskiden Lefkoşa'da Gülhahar'ınGahvesi de bir meddah kahvesiydi.

Kuklacı İbrahim Efendi de büyük yerleşme yerlerini gezip sanat icra eden eski sanatçılarımızdandır. Limasol kentinde kukla oynatılan yerlerden birisi de eski Leymosun Türk Spor Kulübü’nün kuzeye bakan karşı köşesindeki Rıza Efendi Gahvehanesiydi

Karagözün çok rağbette olduğu yerlerden bir diğeri de adanın kuzeybatısında bulunan Lefke Kasabası'dır. Çok eski ve tipik Osmanlı, Türk kasabası özellikleri taşıyan bu yerleşme yerinde özellikle bakır madenlerinin çalıştırıldığı ve kasabanın cıvıl cıvılı olduğu dönemde Karagöz ustaları çok rağbette idi. Diğer kasaba ve kentlerde ramazan geceleri oynatılan Karagöz, Lefke'de hemen her gece perdesini açardı. Lefke'de saptayabildiğimiz son Karagöz ustası Garagözcü Mehmet'ti. Karagöz oynatılan kahvehanelerin başında da Ağaçlı Gahve ile Zeki Efendi'nin Gahvehanesi gelmekteydi.

Günümüzün ünlü Karagöz ustası ise, Lefkoşa’da, Mehmet Ertuğ Bey’dir.

Camilerin elektrikle aydınlatılmasından sonra, bilhassa Lefkoşa’da eski adı Ayasofya olan Selimiye Camii'nin iki çok uzun minaresi arasına kurulan ışıktan Türk bayrağı, kutsal Ramazan ayına ve bayrama başka bir anlam katmakta, Türk’te gurur, düşmanda korku uyandırmaktadır.

Geceleyin başkente her nereden girilirse girilsin, Selimiye Camii minareleri ve mahya, haşmetle göze çarpmaktadır.

Eski İngiliz koloni idaresinde bu mahyanın oraya kurulması pek kolay olmamıştır. Henüz Türk bayrağının evlere ve dükkânlara asılmasına da izin vermeyen İngiliz sömürge idaresini bu konuda ikna edip izin almak güçtü. O günlerin evkaf murahhası Kemal Dizdar'ın gayretleriyle Lefkoşa Baş kayyumu Hafız Mustafa İzzi'nin oğlu Osman Talat mahyacılık konusunda eğitilmek üzere Ankara ve İstanbul'a gönderilmişti. Dönüşünde gerekli izin de alındığından, ilk Türk bayrağı mahyası kurulmuş oldu.

Lefkoşa'nın dörtte üç buçuğunun Türk olduğu eski günlerde camilerimiz daha çoktu. Bugün Rum kesiminde kalan Lefkoşa camileri arasında çifte şerefeli minaresi ile tarihî Ömerge Camii; fetihte Kostanza Tabyası üzerine ilk kez Türk bayrağını dikerken şehit düşen ünlü bayraktarın anısına yaptırılan ve içerisinde bayraktarın türbesi de bulunan eski adıyla Alemdar-ı Gazi, günümüzdeki adıyla Bayraktar Camii; Faneromeni Kilisesi arkasında çok küçük minaresi ile biblo görünümünde Araplar Camii, Tahtakale semtinde eski adı Seyid Hacı Mehmet Ağa Camii olan TahtülKal’a Camii; Baf Kapısı’na giden ana yol üzerinde olup bugün harabe şeklinde olan Düggânlar Önü Camisi; yine Baf Kapısı civarındaki Tophane semtinde Eğribucak veya Tophane Mescidi adı verilen mescit; Lokmacı barikatından Uzun Yol’a giderken sağ köşede Çekdirizade Mescidi ve Yediler’den aşağıya, Rum kesimine giden yolun sol köşesinde bir zamanların Növbethane Mescidi yer almaktaydı.

Bunlardan başka yine Baf Kapısı semtinde deri işleriyle uğraşan debbağların ibadet ettikleri bir mescit de bugünkü Baf Kapısı karşısındaki parkın içerisinde bulunmaktaydı.

Rum kesimindeki bunca ibadet yerleri ve Türk mezarlıkları kentin bir zamanlar gerçekten Türk olduğunu kanıtlar. Eski bayramlarda camilere gidiş ve dönüş de kimi yerlerde belli bir usule göre yapılmaktaydı. Özellikle adanın en büyük kenti olan ve 70 yıl öncesine kadar bir Türk kenti halinde bulunan Lefkoşa'da, yirminci yüzyılın başlarına dek bayram namazına gidiş ve dönüş törenleri yapılmaktaydı.

Namaza gidenlerin önünde hakim, mahkeme kadısı, müftü efendi ve merkez kadısı bulunurdu. Hakim ve merkez kadısı fesli, müftü ve kadı sarıklı olurdu. Bu zevatın göğüslerinde Osmanlı Sultanı’nın kendilerine verdiği çeşitli nişanlar bulunurdu. Bunların arkasında bugün müze haline dönüştürülen Girne Kapısı Mevlevi dergâhının dervişleri; önde yüksek rütbeli, bunların arkasında daha düşük rütbedeki polisler üniformalarıyla ve polis bandosu eşliğinde camiye gider ve namazdan sonra aynı sırayı izleyerek dönerlerdi.

Camiye varan Mevleviler, Sultan Mahmut Kütüphanesi'ne açılan doğu kapısından girerken, ötekiler, günümüzde cenaze namazlarının kılındığı esas kapıdan girerdi. Bu törenleri izlemek üzere kadın ve çocuklar erkenden kalkarak caminin giriş yerinde iki yakalı dizilirlerdi.

İyi bayramlar 

banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.