banner913
banner932
banner1012

Büyükelçi Asaf İnhan’dan yediğimiz fırça…


Hasan KAHVECİOĞLU

Hasan KAHVECİOĞLU

Okunma 18 Aralık 2018, 12:13

Birkaç gün önce 95 yaşında yaşamını yitiren Asaf İnhan, 1970’li yılların ilk yarısında TC Lefkoşa Büyükelçisi olarak Kıbrıs’ta görev yapmıştı…
O dönemde, K. T. Öğretmen Koleji’nde öğrenciydim…
13 kişiden oluşan bir sınıfımız vardı…
Öğretmen Koleji, Kıbrıs Türk ilkokullarına öğretmen yetiştiren, kökleri İngiliz zamanına uzanan, başlangıçta Türk-Rum “karma” bir yüksek okuldu…
Titiz bir sınavla bu okula alınan öğretmen adaylarına, okulda öğrenim gördükleri üç yıl boyunca her ay belirli bir “ödenek” veriliyordu…
“Ödenek” diyorum, çünkü aldığımız aylık 10 Kıbrıs Lirası, “Burs” değil “borç” idi…
Öğretmenliğe başladıktan sonra, maaşlardan her ay yapılan “kesinti” ile geri alınıyordu…
Türkiye’ye yüksek öğrenim için gidenlere belirli kıstaslar içinde karşılıksız “Burs” ödenirken, Öğretmen Koleji öğrencileri bunun dışında tutuluyordu…
Bizden önceki öğretmen adayları da bu konuda ayrı ayrı zamanlarda pek çok kez örgütlenerek girişimde bulunmuş, “ödenek”lerin “burs”a dönüşmesi için eylemler yapmış, ancak bir türlü bunu başaramamıştı…
Rüstem Tatar’ın “Maliye Üyesi” olduğu o günlerde, öğrenciler olarak yaptığımız girişimler sonuç vermiş ve müdürümüz Reşat Süleyman Ebeoğlu, bizi makamına çağırarak “Haydi, başardınız be çocuklar, ama gidin de Rauf Bey’e bir teşekkür edin” demişti…
Rauf Denktaş, “Cumhurbaşkan Muavini”ydi… Öğrenci temsilcileri olarak ben ve Hasan (Hastürer) Rauf Bey’le görüşmeye ve “teşekkürlerimizi sunmaya” gittiğimizde “Bana ne geldiniz? Sizin işinizi Büyükelçi yaptı. Asıl ona gideceksiniz” demişti.
O dönemde, sonradan “Bakanlar Kurulu” adını alan “Yürütme Kurulu” TC Büyükelçiliği’ne sormadan, özellikle parasal konularda hiçbir adım atamıyordu…
Yürütme Kurulu’nda gözlemci olarak, Büyükelçilik’ten bir “müşavir” bulunurdu. Hatta alınan kararların altında “Büyükelçiliğin onayı ile yürürlüğe girer” ifadeleri yer alıyordu…
Bize “borç” yerine “burs” ödenmesine ilişkin bu karar da, Büyükelçiliğin “onayı” ile yıllardan sonra uygulamaya girecekti… 
Hasan’la Büyükelçiliğin yolunu tuttuk…
Yaşımız 20… Yaşamımızda ilk kez bir “Büyükelçi”yle konuşacağız… 
Odasına adım atar atmaz, Büyükelçi Asaf İnhan, açtı ağzını, yumdu gözünü…
Neye uğradığımıza şaşırmıştık…
Ağzından yağmur gibi dökülen sözcükler, bir mitralyözün tarama sesleri gibiydi…
“Hepiniz; en yukardan en aşağıya kadar, bütün Kıbrıslı Türkler, hepiniz hayırsız evlat gibisiniz…”
“Benim Anadolu halkımın paralarını yiyorsunuz…”
“Sizin köylerinizde bol bol traktörler var ama benim Anadolu halkım, kara sabanla tarla sürüyor…”
Yirmi yaşında iki genç insan… Türkiye Büyükelçisi’nin bu “tokat” gibi inen “nankörlük” suçlamaları karşısında benimiz benzimiz attı, dilimiz tutuldu, donakaldık…
Bütün cesaretimi toplayarak “Efendim, bizim köylerimizde traktör varsa, sizin bundan gurur duymanız gerekmiyor mu?” diyecek oldum, lafı ağzıma tıkadı…
TC’nin Lefkoşa Büyükelçisi, 1974 öncesinde demek ki bizi “asalak” gibi görüyordu…
“Şimdi” demişti, “mesainin bitimine yarım saat var, daireleri gezelim, masasının başında bir tek memur bile bulamayız…”
Tabii; yaşımız itibarı ile; ne tarladaki traktörden, ne de dairedeki memurlardan haberimiz vardı…
Büyükelçi’nin “öfke”si bizim genç beyinlerimize “kurşun gibi ağır” gelmişti…
Yaşamım boyunca; Sayın Asaf İnhan ile bir daha karşılaşmadım… Keşke mümkün olsa da, onunla bu “öfke”sinin analizini yapabilseydim…
O günlerdeki “ruh halini” konuşabilseydim…
Neden üzerimize boşalmıştı? Kıbrıslı Türkler o zamanlar neyi eksik yapıyorlardı? İdareyi de eleştirdiğine göre, kamu yönetiminin o günlerdeki “resmi” makamları ile bir “çatışma” içinde miydi? Genel olarak bizden “şikâyetçi” olmasının arkasında ne gibi gerekçeleri vardı?
Bütün bunları öğrenmek hiçbir zaman mümkün olamadı… Ancak hayatım boyunca bu “yediğim fırça” hiç aklımdan çıkmadı…
Önceleri çok tepkiliydim… Sancaktar’dan, Köy Paşası’ndan fırça yemişliğim vardı ama ilk kez bir “sivil” Türkiyeli diplomatın hışmına uğramıştım… 
Zamanla adamın “öfke”sini ve aniden parlamasını anlamaya çalıştım… Eleştirilerine kendi içimde “hak” verdiğim zamanlar da oldu… Kamu düzenine yönelik “şikayet”i yerindeydi ama köylümüzün traktörüne neden takmıştı? O günlerde bunu bir “kıskançlık” gibi algılamış, genç beynimde bir türlü bu yöndeki duygularını doğru bir yere oturtamamıştım…
Geçen gün ölüm haberini alınca; 36 yıl geriye gittim ve makam odasında iki genç Kıbrıslı’ya söylediklerini anımsadım…
“Teşekkür etmeye” gitmiştik, fırçayı yedik, nasıl kaçacağımızı bilemedik…
Kim bilir; belki de büyüklerimizin “fatura”sını, çok erken ödemeye başlamış bir neslin çocuklarıydık…
Tıpkı bizden sonrakiler gibi…

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.