banner913
banner932
banner1012

Bu “devletçik” hepimize lâzım…


Hasan KAHVECİOĞLU

Hasan KAHVECİOĞLU

Okunma 10 Ekim 2018, 15:26

Kıbrıs’ın kuzeyinde; yakın geçmişinde büyük zorluklarla cebelleşmiş, çok kötü koşullarda direnmesini bilmiş, özveri gerektiğinde “gık”ı çıkmadan buna katlanmış, ama varlığını hep korumayı başarmış bir “toplum” yaşamaktadır.
Burada yaşayan halkın “toplum” olarak tarif ettiğim bu “statü”sü; Birleşmiş Milletler tarafından, AB tarafından kabul gören bir “statü”dür…
Bu “statü”nün yerine 1983’te ilan edilen bağımsız “devlet” dünyada kabul görmemiş, tanınmamıştır…
Ancak tanınmasa da, bu topraklarda bir “idare” vardır ve toplumu oluşturan bireylerin kahir çoğunluğu ona “devlet” demektedir…
Vergi toplayan, okul ve yol yapan, hastaneleri, polisi ve mahkemeleri olan, seçim yapan, parlamentosu açık, çalışanlarına 13. maaş ödeyen, asgari ücreti saptayan, bir “devlet”…
Hepimiz biliyoruz ki, bu “devlet” olası bir çözümde federasyonun iki kurucu ortağından biri olacak ve adı da “Federe devlet” olacak…
Yine hepimiz biliyoruz ki; Kıbrıs’ın kuzeyinde ayrı, egemen ve bağımsız bir “Türk devleti”nin varlığını, bizlerin ve belki Türkiye’nin dışında hiçbir ülke ya da uluslararası kuruluş kabul etmez…
Bu yüzden “Bu devlet ilelebet yaşayacaktır” biçiminde ahkam kesmelerin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur…
Bu durumda Kıbrıslı Türklerin acı gerçeği şudur: Bu topraklarda yaşayanlar 1963’ten beri “devletsiz” yaşamaktadırlar…
Ceplerinde iki tane, hatta üç tane “kimlik kartı”nın bulunması da, bu gerçeği değiştirmez…
Bütün bunları niçin yazdım?
Son zamanlarda kendi kendimizle dalga geçmek, bu kabullenmediğimiz “devletçiği” aşağılamak, hakaret etmek moda oldu da ondan…
Yaşamı boyunca bu “devletçiğin” beslemesi olmuş birilerinin, Facebook’ta sövgü dolu “feryat”larını gördüğümde çileden çıkıyorum…
Bilmiyorum, eskiden “terbiye” diye bir sözcük vardı…
Nezaket önemliydi…
Elbette Ankara’ya sataşanlar toplumun bir kesiminde “prim” yapardı… 
Hele “işgal” dedin mi, geciken ya da olmayan her iş için “Ankara onay vermedi” dedin mi, yıldızın parlardı…
Ama artık bu “yiğitlenmeler” de anlamını yitirdi… Fıcırı çıktı… Laçka oldu…
Geldiğimiz “kavşak”ta, bulup buluşturup “üleştiren” bu “devletçik” bu kadar çok saldırıyı, bu kadar çok aşağılanmayı gerçekten hak etmiyor…
Çözüm olsa da, olmasa da, bu topraklarda mutlaka bir “idare” olacaktır. Bu “idare”nin “kalibresi”ni de içinden çıktığı toplum belirleyecektir…
Bu “idare” ne kadar saygın olursa, toplam kalitesi ne kadar yüksek olursa her bir “birey” de bundan nasibini ancak o oranda alacaktır…
Caddelerimizdeki çöp yığınlarını gören yabancılar, “Kıbrıslı Türkler çok temizdir ama belediyeleri çöpleri toplamıyor” demez…
“Devlet”i suçlayıp, bireyleri ayırmaz…
Edindiği “kanaat” tüm topluma ilişkin genel bir “kanaat” olur ve hepimiz bundan payımızı alırız…
İşte bu yüzdendir ki “ayrımız gayrımız yok” aşamasına ulaşmış gibiyiz…
Bu noktadan sonra; siyasetin de, politik partilerin de “küçük bir toplum modeli”ne uygun olarak dönüşmesi gerekecektir…
Belki daha küçük bir parlamento, daha küçük Bakanlar Kurulu’nu düşünmemiz gerekecek…
“25 vekil ve 5 Bakan yetmez mi?” sorusunu sorarak işe başlayabiliriz…
“Devlet” bizim gibi bu küçücük topluma “bol” gelmiş olabilir…
Belki “Başkanlık” sistemini konuşmak, ele almak gerekecek…
Ama hangi “model” olursa olsun, bu topraklarda “demokratik bir idare” altında yaşamak her bireyin hakkıdır ve bu talep, birincil önceliğimiz olmalıdır…
Böylesi bir “idare”yi “maytaba almak” aslında kendi kendimizi inkâr etmekle eş anlamlıdır…
Hem seçiyoruz, bol maaşlı koltuklara oturtuyoruz, hem de “itibar”larını rendelemekten müthiş keyif alıyoruz…
Cumhurbaşkanı Akıncı’ya birinci adı ile hitap edince, Başbakan’a “Tufan” diye bağırınca, bu küçücük devletçiğe “sahte” diye ad takınca işler düzelecek olsa, hep beraber bizi yönetenleri “yer ile yeksan” edelim…
Yerden yere vuralım…
Ama; düşünsel olarak benim geldiğim nokta; kendi kendimizi yiyip bitirmek, kimsede itibar bırakmamak çılgınlığı içinde debelendiğimizdir…
Bu “hastalığımızın” giderek “salgın”a dönüştüğünü görüyor ve bundan büyük endişe duyuyorum…
Bağımsız, tanınmış, egemen bir devlet olamadığımız ortada… Ama demokratik bir “toplum” olmaktan da giderek uzaklaşırsak, kimse bize saygı duyamayacak noktaya gelirsek, işte asıl o zaman “folklorik bir topluluk” oluruz ve tarih sahnesinden silinmek tehlikesi ile karşı karşıya kalırız…
Şimdi; bu toplum “dörtlü”yü de denemek aşamasındadır…
“Çoluk çocuk” beceriksiz, deneyimsiz gibi ifadeler “hovardaca” ortalıkta geziniyor…
Ne parlamentoda, ne medyada, ne de sivil toplumda ciddi “denetim” ve proje önerileri var…
İlla ki öfke dolu, saldırgan, kişi haklarına saygısız bir hakaret bombardumanı…
Galiba; bu günlerde en büyük ihtiyacımız; sükûnetle, sakin kafayla olanı biteni anlamaya çalışmaktır…
Umutsuzluğu kafalardan defederek tabii…

Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.